ABD’den dün gece gelen tweet’i D. Trump’ın dengesizliği üzerinden değil de sahadaki dengeler açısından okumak gerekir. Ama önce şunu söylemeliyim ki Türkiye artık ekonomik veya başka yönlerden tehditle dizayn edilebilecek, hizaya çekilebilecek bir ülke değildir. D. Trump ne demişti hatırlayalım “Türkiye Kürtlere yani PYD/PKK’ya saldırırsa, Türkiye’nin ekonomisini perişan ederim.” Bugün ikinci gün Türkiye’nin planlarında veya kararlılığında bir değişim göremiyorum, zaten bundan sonra da göreceğimi hiç zannetmiyorum. O zaman ABD’nin amacı nedir diye soracak olursak, Türkiye’nin olası operasyonuyla silahlı gücünü büyük oranda kaybetmesi neredeyse kesin olan PYD/PKK’yı Suriye’nin geleceğinde siyaseten var edebilmek çabası şeklinde özetlemek mümkündür. ABD şu an bu 100 yıllık emperyalist planı uygulama aparatı durumundaki PYD/PKK’yı desteklemekle başta Basra Körfezi olmak üzere Çin’e kadar uzanan küresel amaçlarından vaz geçmek arasında gidip gelmekte, bunun bir orta yolunu bulmaya çalışmaktadır. Zira Türkiyesiz bölgede küresel amaçlarına erişebilmesi çok mümkün görülmemektedir.

İdlib-Kandil arasındaki bölgede terör örgütlerini kıskaca alan Türkiye, aynı zamanda ABD’nin de manevra alanını daraltmıştır. Türkiye’nin ortaya koyduğu çok yönlü ve çok boyutlu stratejik kapasiteler nedeniyle denklemde Türkiye’nin merkezi rolü olacağını bilen ABD, her şeye rağmen Türkiye’ye daha fazla yaklaşma ihtiyacı hissetmektedir. Bu yüzden Patriot, F-35, teröristlerin başına ödül koymak gibi asimetrik sempatiler gösterirken, kendi yanına tam olarak alamasa bile Türkiye’yi süreçlere müdahale etmeme, yani tarafsız kalmasını sağlama/nötralize etmeyi amaçlamaktadır. Tabi bu ABD’nin planı. Türkiye’nin planıyla ABD’nin planının tam olarak örtüştüğünü söylemek zor ancak saha sosyolojisini iyi şekillendirebilen Türkiye’nin alana konuşlandırdığı konvansiyonel silahlı gücü ve kararlı duruşuyla sabırlı ve adım adım teröristan hayalindeki PYD/PKK’yı alandan silmesi, gelecek 100 yıllık tehdidin ortada kalması anlamına gelir. Bu sayede hemen yanı başımızda yeni ve demokratik Suriye’nin tesis edilmesi mümkün olabilir. Özellikle Kıbrıs Barış Harekâtından sonraki en güçlü konvansiyonel konuşlanmayı gerçekleştiren Türkiye, sahada bulunmanın gücünü masada da politik enerjiye çevirmeyi başarabiliyor. Bütün sınır alanlarına yönelik konuşlanma başlangıçtan itibaren Türkiye’ye inisiyatif sağlıyor.

Çekilmekte olan ABD dışında, bölgeye askeri kapasite konuşlandırma kabiliyetinde olan tek ülke Türkiye’dir. Bölgedeki terörist artıklarını Körfezden devşirilecek Arap askerleriyle veya başka araçlarla var edebilmek pek mümkün olmadığı gibi kolay da değildir. Dolayısıyla PYD/PKK için artık çok fazla seçenek kalmamıştır. Afrin ortadadır, Azez, El Bab, Cerablus ortadadır. PYD/PKK’ya yönelik sahadaki direnç çok yüksek seviyelere çıkmıştır. Domino etkisi gibi bütün toplumsal guruplar teröristlere karşı mücadele içindedirler. Durum öyle bir hal aldı ki artık Türkiye vaz geçse bile sahada zulüm görmüş, eziyet çekmiş toplumsal gurupların silahlı güçleri PYD/PKK’ya karşı mücadeleden vaz geçmezler. Yani Cin şişeden çıkmıştır. Arap Baharı adı altında Ortadoğu’nun nasıl tarumar edildiğini gören Ortadoğu halklarını özgürlük, demokrasi vs. hümanist masallarla artık daha fazla kandırabilmek mümkün değildir. Aynı zamanda emperyalistlerin maşalarına da kanmak mümkün değildir. Şu an sosyolojik ribaunt süreçleri yaşanmaya başlanmıştır Ortadoğu’da ve sanırım bu durum daha da gelişecek gibi görünüyor. İşte bu gelişime bağlı olarak önümüzdeki dönemde Ortadoğu’daki kurumsal devlet yapılarında da yeni değişikliklerin olması ihtimal dahilindedir. Bekleyip göreceğiz.