Amerikan Başkanı Donald Trump göreve başlar başlamaz, âdeta züccaciye dükkânına giren bir fil gibi, uluslararası sistemi ve Amerikan iç siyasetini sarsacak adımlar atmaya başladı.
Trump’ın radikal söylemlerine bakanlar, tıpkı ilk döneminde olduğu gibi, onu deli ya da çılgın bir lider olarak görme eğilimindeler. Ancak her ne kadar narsistik kişilik bozukluğu emareleri gösterse de Trump’ın attığı adımların arkasında kendince hesaplanmış bir strateji yatmakta.
Trump’ın Grönland’dan Danimarka’ya, Panama Kanalı’ndan Meksika Körfezi’ne kadar yaptığı açıklamalara baktığımızda, onun hem uluslararası sistemde hem de Amerikan iç siyasetinde adı konulmamış bir olağanüstü hâl ilan ettiğini söyleyebiliriz.
Bu olağanüstü hâlin temelinde ise Trump’ın, ABD’ye yönelik tehditleri bertaraf etme isteği yatmakta. Zira Trump ve ABD’deki elitler, ülkenin ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunun farkında. Ekonomik göstergeler, ihracat-ithalat dengeleri, Ar-Ge harcamaları, silahlanma verileri ve hassas teknolojilerle ilgili tüm veriler, önümüzdeki süreçte Çin’in, ABD’nin küresel hegemonyasına yönelik en büyük rakip hâline geleceğini gösteriyor.
Trump, bu yükselişi durdurmak için öncelikle yakın çevresinden başlayarak ABD’nin gücünü konsolide etmek istiyor. Panama Kanalı, Grönland ve Meksika ile ilgili attığı adımlar, bir yandan iç kamuoyunu tatmin etmeye yönelik görünse de esasen ABD’nin küresel gücünü pekiştirmeyi hedefleyen hamleler.