DEVLET AKLI YAŞIYOR, MEDENİYET YENİDEN İNŞA EDİLİYOR
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin şu cümlesi, sıradan bir siyasi övgü değil; derin bir tarih ve devlet tasavvurunun bugüne tercümesidir:
“Türk milletinde ne Süleyman biter ne de Sinan… Günümüzün Süleyman’ı Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Sinan’ı Çevre Bakanı Murat Kurum’dur.”
Bu söz, isimlerden önce bir zihniyeti işaret eder. Süleyman ve Sinan, Türk-İslam medeniyetinde birer şahıs olmanın ötesinde, devlet aklının ve medeniyet iddiasının iki ana sütunudur. Biri siyasi kudretin, diğeri inşa iradesinin sembolüdür. Biri nizam kurar, diğeri o nizamı taş ve harçla ebedîleştirir.
Kanuni Sultan Süleyman, sadece toprak fetheden bir hükümdar değildir; hukuku, düzeni ve devleti çağının ötesine taşıyan bir aklın adıdır. Sinan ise o aklın mimarisidir; kubbeye devlet ciddiyetini, kemere millet özgüvenini, şehre istikrarı yerleştiren ustadır. Bahçeli’nin yaptığı benzetme, bu iki rolün bugün hâlâ yaşadığını söylemektedir.
Bu çerçevede Recep Tayyip Erdoğan, günümüzün “Süleyman”ı olarak anılırken; kastedilen şey şahsi kudret değil, devlet kuran iradedir. Erdoğan, kriz zamanlarında tereddüt etmeyen, risk alan, yön tayin eden ve “olmaz” denilen anlarda karar alan bir lider profiliyle geçti tarihe. Savunma sanayiinden dış politikaya, şehirleşmeden afet yönetimine kadar uzanan geniş alanda ortaya konan şey, bir yürütme cesareti değil; merkezî bir devlet aklıdır.
Ancak Bahçeli’nin cümlesini asıl tamamlayan unsur ikinci isimdir. Çünkü tarih bize şunu öğretir: Devlet iradesi tek başına yetmez; o irade sahaya inmezse, taşla, betonla, planla, şehirle buluşmazsa kalıcı olmaz. İşte bu noktada Sinan figürü devreye girer.
Bugün Murat Kurum, Bahçeli’nin ifadesiyle “günümüzün Sinan”ıdır. Buradaki Sinan vurgusu, estetik bir benzetme değil; uygulayıcı devlet adamlığına yapılan bir göndermedir. Deprem sonrası şehirlerin ayağa kaldırılmasından sosyal konut projelerine, çevre düzenlemelerinden afet konutlarına kadar yürütülen çalışmalar, lafla değil metrekareyle, teslim edilen anahtarla, yeniden kurulan sokakla konuşmaktadır.
Sinan’ın farkı şuydu: Gösteriş yapmadı, konuşmadı, şikâyet etmedi. İnşa etti. Murat Kurum’un siyaset tarzı da tam olarak buraya oturur. Tartışmanın değil, işin; polemiğin değil, planın; algının değil, sahadaki sonucun adamıdır. Bu yüzden Bahçeli’nin sözünde Kurum ismi tesadüf değildir. Çünkü Sinan, Süleyman’ın gölgesinde değil; onun devlet iddiasını taşıyan mimar olarak anılır.
Bahçeli’nin bu cümlesi aynı zamanda bir itirazdır. “Bu millet şahıslara mahkûm değildir” demektedir. Süleyman ölür ama Süleymanlık bitmez. Sinan göçer ama Sinanlık tükenmez. Türk milleti, tarih boyunca lider ve usta üretme kabiliyetini kaybetmemiştir. Bugün de mesele isimler değil, roller ve sorumluluklardır.
Bu söz, Cumhur İttifakı’nın siyaset anlayışını da özetler:
Bir yanda yön veren, karar alan, irade koyan liderlik…
Diğer yanda o iradeyi sahaya indiren, şehirleştiren, somutlaştıran uygulayıcılık…
Bahçeli’nin cümlesi tam olarak şunu söylüyor:
Devlet hâlâ ayakta çünkü Süleyman ruhu yaşıyor.
Şehirler hâlâ kuruluyor çünkü Sinan aklı çalışıyor.
Ve Türk milleti, bu iki damarın birlikte aktığı her dönemde tarihin öznesi olmaya devam ediyor.
/////////////////
RAHŞAN AFFI SÖYLEMİYLE YAPILAN DEZENFORMASYON
Türkiye’de yeni yargı düzenlemeleriyle birlikte ortaya atılan “45 bin mahkûm serbest bırakılıyor” söylemi, artık bir tartışma başlığı olmaktan çıkmış, açık bir dezenformasyon kampanyasına dönüşmüştür. Bilinçli biçimde “Rahşan Affı” benzetmesi yapılarak toplumun hafızası kaşınmakta, korku üretilmekte ve devletin infaz politikası çarpıtılmaktadır. Oysa ortada ne bir af vardır ne de cezasızlık. Ortada olan şey, cezanın başka bir yöntemle infaz edilmesidir.
Bu ülkede af ne demektir çok iyi bilinir. Af, hükümlünün cezasının ortadan kalkmasıdır. Denetimli serbestlik ise cezanın devam etmesidir. Sadece infaz mekânı değişmiştir. Cezaevi duvarlarının yerini elektronik kelepçe, sıkı denetim, zorunlu yükümlülükler ve anlık takip almıştır. Buna rağmen hâlâ “suçlular sokağa salındı” demek ya hukuki cahillik ya da kasıtlı bir yalandır.
Denetimli serbestlik, hükümlünün keyfine göre dolaştığı bir özgürlük hali değildir. Tam tersine, kişinin devletin gözü önünde yaşadığı bir açık infaz rejimidir. Hükümlü, belirlenen saatlerde, belirlenen alanlarda, belirlenen kurallara uymak zorundadır. En küçük ihlalde, tek bir mazeret kabul edilmeden ceza infaz kurumuna geri gönderilir. Bu kadar açık bir gerçek ortadayken, hâlâ “cezasızlık” ifadesini kullanmak iyi niyetle açıklanamaz.
Özellikle elektronik izleme gerçeği bilinçli biçimde görmezden gelinmektedir. Bugün Türkiye’de elektronik kelepçe sistemiyle binlerce kişi 7 gün 24 saat izlenmektedir. Konutu terk etmeme, belirli yerlere gitmeme, mağdura yaklaşmama gibi yükümlülükler anlık olarak takip edilmekte; ihlal halinde sistem otomatik alarm üretmektedir. 2013’ten bu yana yetmiş beş bini aşkın kişi bu sistemle denetlenmiştir. Buna rağmen bu tabloyu yok sayıp “kontrol yok” demek, topluma açıkça yalan söylemektir.
Daha da çarpıcı olan şudur: Denetimli serbestlik kapsamındaki hükümlüler cezasını çalışarak ödemektedir. Bugüne kadar bir buçuk milyondan fazla kişi kamu yararına ücretsiz çalıştırılmıştır. Sadece son bir yıl içinde binlerce okul, yüzlerce cami bu çalışmalar kapsamında temizlenmiş, onarılmıştır. Bu insanlar cezalarını öderken, toplumdan kaçmamış; toplumun tam ortasında, devletin gözetimi altında sorumluluk altına alınmıştır. Buna rağmen hâlâ “suçlular aramıza karışıyor” demek, gerçekle bağını tamamen koparmaktır.
“Rahşan Affı” benzetmesi ise başlı başına bir manipülasyondur. O dönemde denetim yoktu, geri dönüş mekanizması yoktu, kontrol yoktu. Bugünkü sistem bireysel değerlendirmeye dayanır, anlık denetime dayanır, ihlalde otomatik geri dönüşe dayanır. Bu iki süreci aynı cümlede anmak bile entelektüel bir sahtekârlıktır.
Asıl tehlike denetimli serbestlik değildir. Asıl tehlike, toplumda bilinçli şekilde korku üretmektir. Devletin suçla mücadele kapasitesini zayıf göstermek, yargı sistemini itibarsızlaştırmak ve güvenlik algısını çökertmektir. Denetimli serbestlik, suçluyu serbest bırakmak değil; onu devletin kontrol alanına daha sıkı biçimde sokmaktır. Cezaevinden çıkanı görünmez kılmak değil; görünür, izlenebilir ve sorumlu hale getirmektir.
Bu nedenle meseleyi hâlâ “af geliyor” diye pazarlayanlar hukuki bir eleştiri yapmıyor. Bilinçli bir algı operasyonu yürütüyor. Toplumu yanlış bilgilendiriyor. Devletin infaz rejimini çarpıtıyor. Ve bunu bilerek yapıyor.
Ortada bir af yoktur.
Ortada bir gevşeme yoktur.
Ortada bir taviz hiç yoktur.
Ortada sadece devletin, suçu ve suçluyu kontrol altında tutma iradesi vardır.
///////////////////
GRİ LİSTEDE KARA PARAYLA MÜCADELE ETKİSİ
Türkiye’ye geçen hafta gelen gri liste değerlendirme heyetinin verdiği mesaj nettir:
Türkiye, kara parayla mücadelede yol alan değil, sonuç üreten bir ülkedir.
Bu tespiti görmezden gelenler ya olup biteni okumaktan acizdir ya da bilerek inkâr etmektedir. Çünkü bu başarı gökten düşmedi. Ne tesadüftür ne de vitrindir. Bu sonuç; siyasi irade, ekonomik kararlılık ve hukuki sertliğin aynı çizgide buluşmasının ürünüdür.
Önce şu yalın gerçeği kayda geçirelim: Türkiye’nin gri listeye alınma sebebi teknikti ama oradan çıkış siyasi ve kurumsal bir irade gerektiriyordu. O irade de açık biçimde ortaya kondu. Bu noktada Mehmet Şimşek’in rolünü yok saymak, yapılan mücadelenin hakkını teslim etmemek olur. Şimşek göreve geldiği ilk günden itibaren meseleyi süslü cümlelerle geçiştirmedi. Açık açık şunu söyledi: Türkiye gri listeden çıkacaksa, kara para, uyuşturucu, yasa dışı bahis ve kumar ekonomisinin üzerine kararlılıkla gidilecek.
Ve gidildi.
Finansal sistemin her noktasında musluklar kapatıldı. Kayıt dışı para hareketleri, şüpheli fon akışları, paravan şirketler ve dijital bahis ağları mercek altına alındı. “Aman piyasalar rahatsız olmasın” denilmedi. “Aman isimler zarar görmesin” denilmedi. Mehmet Şimşek burada aslan gibi bir irade ortaya koydu; göz açtırmadı. Bu ülkede ilk kez, ekonomi yönetimi suç gelirleriyle mücadelede geri adım atmayan bir pozisyon aldı.
Ancak mesele sadece ekonomiyle sınırlı kalmadı. Çünkü kara para, sadece mali bir sorun değildir; organize suçtur, uyuşturucudur, terördür, bahis ve kumar üzerinden toplumu çürüten bir kriminal ağdır. İşte tam bu noktada hukuki ve kriminal mücadelenin sahaya indiği bir başka isim devreye girdi.. Akın Gürlek..
Yürütülen operasyonlara bakıldığında tablo açıktır. Yasa dışı bahis ağlarından uyuşturucu finansmanına, kara para aklayan medya ve dijital platformlardan paravan holdinglere kadar uzanan dosyalar raftan indirilmedi; doğrudan masaya yatırıldı. Bu süreçte hukukun dili yumuşamadı, refleksi gevşemedi. Operasyonlar parça parça değil, zincirleme şekilde yürütüldü. Çünkü amaç manşet atmak değil, sistemi çökertmekti.
Ve sonuç alındı.
Gri liste ekibinin Türkiye’ye gelip “mücadele başarılı” demesi işte bu yüzden tesadüf değildir. Uluslararası mekanizmalar lafla değil, dosyayla konuşur. Banka kayıtlarına, mahkeme kararlarına, operasyon sayılarına, kapatılan ağlara bakar. Türkiye de tam olarak bunu gösterdi: Bu ülkede suç parası artık rahat dolaşamıyor.
Buna rağmen hâlâ “bunlar göstermelik”, “bunlar vitrin” diyenler var. Aynı çevreler, yıllarca Türkiye’nin gri listede tutulmasını siyasi baskı olarak sunarken, bugün çıkış yolunun açıldığını görünce suskunluğa gömülüyor. Çünkü bu tablo onların anlatısına uymuyor. Çünkü bu başarı, “Türkiye yapamaz” diyenlerin bütün ezberlerini bozuyor.
Gerçek şu: Türkiye gri listeden çıkmaya hiç olmadığı kadar yakındır. Çünkü ilk kez ekonomi yönetimiyle yargı aynı hedefe kilitlenmiştir. Bir tarafta para trafiğini boğan irade, diğer tarafta suç organizasyonlarını dağıtan hukuki güç vardır. Bu birliktelik olmadan gri listeden çıkılmaz. Bu birliktelik kurulmuştur.
O yüzden bugün konuşulması gereken şudur:
Bu ülkede kara paraya, uyuşturucuya, bahis ve kumar ekonomisine alan tanınmıyor.
Bu ülkede “dokunulmaz” zannedilen yapılar dağıtılıyor.
Ve bu irade geri çekilmiyor.
Mehmet Şimşek’in ekonomi cephesindeki kararlılığıyla, Akın Gürlek’in hukuk ve kriminal alandaki sertliği birleşti. Etkisini de hep birlikte gördük.
Gri liste meselesi artık bir umut değil, yakın bir sonuç meselesidir.
///////////////////