“Araçları amaç kıldık; sınav kazanmayı sistemin ana gayesine dönüştürdük. ÖSYM bir dakikada soru çözebilenleri başarılı, iki dakikada çözebilenleri başarısız diye etiketlerken, aslında milyonlarca çocuğumuzun kendine olan güvenini yok eden bir kuruma dönüştü.”
Bu söz yeni Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’a ait ve ÖSYM’nin halihazır fonksiyonunu çok güzel özetliyor.
Diyebilirim ki yıllardır eğitim camiası ilk defa Milli Eğitimin direksiyonunda sahasında uzman bir Bakana tanık olacak. Bu yüzden beklenen dönüşümler için ümitler artıyor.
Ziya Selçuk’u 2003-2008 yıllarında Talim Terbiye Kurulu Başkanı iken, “Yapılandırmacı Müfredat” çalışmaları ile tanımıştık.
Yapılandırmacı müfredat, daha ziyade öğrencinin yaparak, yaşayarak öğrenmesini, iş birliği yapmasını, proje üretmesini esas alıyor; bilginin nedenini sorgulayarak kavramasını ve beceri kazanmasını istiyordu. Sonuçta öğrenci, üretici ve mucit düşüncelere sahip kılınacaktı.
Bu reformla birlikte atbaşı öğretmeni sahasında uzmanlaştıracak, mesleğinin inceliklerini yeniden öğreneceği etkili bir hizmet içi eğitim programının hayata geçirilmesi lazımdı. İkinci olarak mekanik kuru bilgiyi esas alan, dolayısıyla sistemi dejenere edecek olan liselere ve üniversiteye giriş sınav sistemleri yerine alternatif ölçme değerlendirme yöntemleri ikame edilmesi lazımdı.
İlköğretim okullarında öğretmenlik yapan kardeşimin bu projede formatör öğretmen olarak görev almış olması vesilesi ile özellikle öğretmen eğitiminin eksikleri ve aksayan noktalarını yakından görme şansım oluyordu.
İyi aletler ustaların elinde işe yarıyordu. Sadece aletlerin iyi olması çözümde yeterli olmuyordu.
MEB de genel müdürlük yapmış bir arkadaşım söylemişti: “Milli Eğitim Bakanlığında Genel müdürlerin ömrü bir yılı geçmiyor.”
İnşaallah Başkanlık sistemi bu istikrarsızlığa son verir. Bundan sonra başlatılan reformlar yarıyolda kalmaz.
Eğitimle ile ilgili olağanüstü yanılgılarımız var. Zaten çözümsüzlüğün kaynağını da bu yanılgılarımız teşkil ediyor. Eğitimdeki gerçek ve kök sorunlarını göremeyişimiz yüzünden yanlış teşhis ve yanlış tedavi metotları sonuç vermiyordu.
Yeni Bakanın kimi eğitime dair düşüncelerini buraya alıyorum. Bu doğrultuda reformlar yapıldığı takdirde çözüm yollarının açılacağını düşünüyorum.
“Bazı öğretmenler iklim oluşturur. Bazıları da sadece hava durumu sunar. Bu iki öğretmen tipi mutlaka ayrı değerlendirilmeli ve kıymetlendirilmeli.
“Öğretmen yetiştirmeyi üniversiteye havale ettik. Üniversiteler otuz yıldır iyi öğretmen yetiştiremiyor.”
“Türkiye’de başarısız olarak etiketlenen onbinlerce çocuğumuz dünyanın iyi üniversitelerinde pekala üstün başarılar ortaya koydular.”
“İyi yapamadığımız şeyleri daha çok yapmaya çalıştık. Hiç kimsenin İngilizce öğrenemediği bir sistemi onbinlerce yeni öğretmen atayarak devam ettirdik.”
“Öğretmen kalitesiyle uğraşmak yerine, bilgisayar alımı, sınav sayısını artırma, öğretmene sınav koyma gibi gereksiz işlere yöneldik.”
Sayın Bakanın “Eğitim ihraç edilebilir ama ithal edilemez. Kes yapıştır bir sistemle medeniyet tasavvuru mümkün değildir.” sözüne bakarak dönüşümlerde referans noktasının kendimiz olacağı; yerli ve milli kaynaklara müracaat edileceği konusunda ümitvarız. Dışarıda ithalçözüm anlayışının sonuna geldiğimize inanmak istiyoruz.
Yeni Bakandan beklenen, her şeyden önce bu ülkenin çocuklarına yeniden büyük idealler, ufuklar, rüyalar ve iddialar armağan edecek, çığır açıcı şahsiyetlerini eğitim sistemine dahil etmeye çalışmak olacaktır.
Sonuç olarak, Bakan’ın doğru eğitim tasavvurları Milli Eğitimin makus talihinin değişeceğine dair ümitlerimizi kuvvetlendiriyor.
Peki Yeni Bakan çözüme nereden başlayacak?
Farkında değiliz belki ama, Türkiye’ye ikinci bir ad verilse idi herhalde bu ad “sınavlar ülkesi” olurdu. Eğitime sınavların böylesine hakim olduğu başka bir ülkenin bulunduğunu zannetmiyorum.
Yeni bakanımız, sınavları yetenek ve beceri ölçebilen layık olduğu alana taşıyan öncü çalışmalara imza atabilecek mi?
Merkezi sınavların eğitimin tüm kademelerindeki yozlaştırıcı etkisine karşı çözüme dair kanaatlerimizi ise yarın ele alalım.