Zaman değişir kâri, insan değişir, dünya değişir, düşman değişir ve dost değişir. Tek bir şey var bildiğim değişmeyen; davadır. Her gerçek acının saygı duyulacak tarafı vardır kanaatimce. Kim olduğu, ne için olduğu, nerede olduğu çok da mühim değil. Acı çeken insan, ama gerçekten acı çeken her insan gerçek manada insanlığa yakındır zannımca. Ve belki de tam da bunun gibi gerçekten inanılmış her dava da saygı duyulmaya değer gibi geliyor bana. Hak mı değil mi diye düşünmeden söylüyorum bunu. Zira inanmak demek sadece söylemek demek değil. Ve “inanmak” derken de sana yalnızca bir dinden yahut bir inançtan da bahsetmiyorum. Bahsettiğim yaşamak demek. İnanmak söylemek değildir, yaşamaktır diye yazıyorum sana ve böyle inanıyorum.

“Kim hatalı, noksanlık nerede, kimin eksiği var?” diye suallere boğmayacağım zihnimi. “Zira hata da bendedir” diyeceğim. Hatta bizdedir. Öyle ki bizden alınan ya da çalınan ne tarihimizdir ne mülkümüzdür ne devletimizdir tek başına. Bizden bir mefkûre çaldılar kâri. Amaçsız kaldık. Maksatsız kaldık, dertsiz, tasasız kaldık. İnandık dediklerimizi yaşamadık, yaşamasak da olur sandık. Bizden bizi çaldılar. Yaşarken ruhumuzu aldılar. Ruhsuz beden toprak olur sahi, biz o da olamıyoruz. Zira neyi kaybettiğimizi, neyi tükettiğimiz, neyi elimizden aldıklarını bile hatırlayamıyoruz.

Oysa ne güzel söz söylüyor söyleyenler; aslandan aslan, çakaldan çakal doğar diye. Aslımız sağlamdır bizim. İnanmış insanların soyundanız. Davası olan insanlarız, öldürmek için yaşayanların değil yaşatmak için ölenlerin soyundan. Bir mefkûresi olan, ona inanan ve gücü, ömrü yetmese de o mefkûre için yaşayanların soyundan. Bahsettiğimi sakın ha bir millet diye düşünerek aldanma. Çok fazlasıdır bahsettiğim, çok daha fazlası. Bir medeniyet belki, bir dünya, bir âlem, bir insanın gönlüne sığabilir bazen lakin gönül geniş gerektir bunca gayeyi taşımaya.

Biz deryayı kıyıdan seyredenler ummana dalanların halini anlayamayacağız hiçbir vakit. Yaşamadan söyleyecek, acı çekmeden acıdan bahsedecek, hiç gitmediğimiz yerlere hasret çekecek, tanımadığımız insanların şiirlerini dillendirecek, ciğeri yanmışların türkülerini terennüm edecek ve avutacağız kendimizi bir yalanın kollarında.

İşte tam da bunun için cesareti olan insanlara saygı duymalıyız. Zira gitmediğimiz yerlere gidebilenler onlar, bizim görmediklerimizi görenler onlar, terk etmeye cesaret bile edemediklerimizi terk edenler onlar, deryayı bizim gibi kıyıdan değil ummanın ortasından seyredenler onlar.

Yeniden denemek için asırlarca beklemeye gerek yok. Hem her güzel şey bir dertle başlar, biliyorsun. Bir yerden ayrılmak gerekir bir başka yere varmak için. Yara olmazsa merhem de olmaz. Hem ciğerleri yana yana seni bekleyenler var. Güzel insanlar göçtü gitti, şimdi bize düştü bu nöbet. Anlıyorsun değil mi?

Cânım kâri. Bilirim asırlık uykudur bu ve zordur bu uykudan uyanmak. Lakin uyanmak için sabahı beklemeye gerek yok…