Kur’an-ı Kerim’de Adap Suresi olarak bilinen Hucurat Suresi’nde Yüce Allah(c.c.) buyuruyor ki:  “Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tövbe etmezse işte onlar zalimlerdir. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurat-11-12) Bu iki ayette genel bir çerçeve çizilmekte ve müminler uyarılmaktadır. Dikkat edecek olursak ağırlıklı olarak dil ile ilgili fiillerden bahsedilmektedir. Alay etmek, lakap takmak, gıybet etmek gibi…

Peygamber Efendimiz bir gün ashabına şöyle sordu: “Sizce müflis kimdir?” Müflis, “Bütün varlığını kaybetmiş, ticareti bitmiş iflas etmiş kimsedir.” dediler. “Size gerçek müflisi haber vereyim mi?” buyurdular. “Evet ya Resulallah” dediklerinde. “Müflis o kimsedir ki; kıyamet günü yığınla sevap getirmiş. İlk tartıda sevapları ağır gelmiştir. Ancak, kimine hakaret etmiş, kimine iftira etmiş, kiminin gıybetini etmiş, kimisine haksızlık etmiş böylelikle birçok insanın hakkını üzerine geçirmiştir. Orası ödeşme yeri kimseye haksızlık edilmez. Getirdiği o sevapları haksızlık ettiği kişilere verilir. Verile verile sevabı kalmaz amma haksızlık ettiği insanlarla henüz ödeşememiştir. Bu sefer onların günahlarından bir kısmı kendi defterine geçirilir. Neticede o işlediği günahlar yüzünden cehenneme girer. İşte müflis budur.” Hal böyle olunca işimizde, sözümüzde titiz olmalı, toplumumuzun gelişmesi ve ülkemizin kalkınması, insanlığın refah ve mutluluğu için yaptığımız hizmetlerimizi, halka hizmeti, hakka hizmet bilerek karşılığını Allah’tan beklemeliyiz.

Kur’an-ı Kerim’de; “Eğer Dünyayı istiyorsanız gelin size mihrlerinizi vereyim, ama Allah’ı, Resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, sizden iyilik yapanlara büyük mükâfat hazırlandı” (Ahzab 28) buyrulmaktadır.

Bir hikâye

Çölde yaşayan zengin ve muktedir bir kabile reisinin dillere destan, eşi benzeri az bulunur bir atı varmış. Günün birinde kabile reisi, bu pek sevdiği atına atlayarak tek başına çöle gezmeye çıkmış. Hayli zaman at koşturduktan sonra dönmek üzere iken uzaklarda bir kıpırtı dikkatini çekmiş. Yaklaşınca görmüş ki bir insan, yerde yatıyor. Belli ki çok hasta veya ölmek üzere… Yardıma muhtaç bir halde.

Hemen oraya yaklaşıp atından inerek yerdeki adama yardıma gitmiş. Hâlâ nefes aldığını görünce sevinip atının terkisinden su matarasını almak üzere iken, yerdeki mecalsiz ve hasta adamı, o herkesten kıskandığı değerli atın üzerinde görünce şaşırıvermiş. Adam atı topuklayıp erişilemeyecek kadar uzaklaştıktan sonra dönüp, alay edercesine bakmış atın sahibine. Fakat bir gariplik var; atın sahibi ardından koşarak bağırıp çağırmıyor; sadece durduğu yerde ağlıyor.

– “Ne oldu?” diye seslenerek hırsız, “Zoruna gitti de ondan ağlıyorsun değil mi? Sen ki bu atı kendi gözünden, evlâdından bile kıskanırdın ama bak, aklım ve çevikliğim sâyesinde şimdi benim oldu atın; ne kadar ağlasan yeridir!” demiş

Atın sahibi gözyaşlarını silmiş; demiş ki:

– Hayır! Ey hırsız, atımı çok severdim, doğrudur; senin onu benden çalman elbette gücüme gitti, fakat onun için ağlamıyorum.

– Ya, niçin ağlıyorsun öyleyse?

– Şunun için: Bu haber yarın etrafta duyulduğunda, senin nasıl bir hile ile atımı elimden kapıp çaldığın dilden dile gezdiğinde, iyilik yapmak isteyen biri, bundan sonra çölde ölmek üzere olan gerçek bir ihtiyaç sahibine bir damla su vermeye çekinecektir. Üzüntüm ondan!   

Rabbim bizleri iyilik yolundan ayırmasın. Özü güzel, sözü güzel, izi güzel olanlardan eylesin…