İnanç değerlerimizle, hayata bakış açımızla, ahlaki tutum ve davranışlarımızla bir medeniyeti temsil ediyoruz. Fakat bunun ne anlama geldiğinin pek farkında değiliz.

Araştırmadığımız ve dolayısıyla bilmediğimiz için…

Her birimiz elimize tutuşturulmuş zarflardan hissemize çıkanla hayatımızı tanzim ediyoruz.

Diğer taraftan bakınca…

Yani bilmeyenlerin, anlamayanların, yan gelip yatanların, derdi olmayanların tarafından bakınca…

Her şey bu kadar mı kötü? Yahut “Hiç mi iyi bir şey yok” soruları anlam kazanıyor.

Düşünün: Her şey birbirine karışmış. Hedef yok, mücadele yok, bilme ihtiyacı yok… Böyle bir gündelik hayatta iç ve dış muhasebe neye göre yapılır?

Her şeyi bilelim isteniyor. Hatta bu hal bir ‘bilme zorunluluğu’ olarak dayatılıyor. Ama ‘hiçbir şeye el uzatma’ diye de tembih ediliyor ardından…

Çünkü eğer bilmezsen ‘öteki’ olursun, ona dönüşürsün diye korkutuyorlar. Bu korku ile dışlanma korkusu birleşince neyi, ne kadar bilmemiz gerekiyorsa o kadarını bilip geri kalanına itibar etmiyoruz, edemiyoruz.

Selatin camilerin ana giriş kapılarına hiç dikkat ettiniz mi? Tepeden sarkan ve bir insan boyuna kadar inen kalın zincirler vardır. Kapının sağında ve solunda anlamsız gibi dururlar.

Ama öyle değil…

Bu kapılardan girmek isteyen herkes zincirler yüzünden eğilmek zorundadır. Kim girerse girsin; vatandaş, padişah, sadrazam, vezir, başbakan, cumhurbaşkanı fark etmez. Bu zincirler sayesinde ‘ben’ini, egosunu kapının dışında bırakır ve benlik duygusundan arınarak ibadetini yapar.

İnsan kendini ne zaman yok sayabilir?

Ya da ne zaman yok sayılmayı bir mertebe olarak görebilir?

Bugün cevabını aramamız gereken tek soru budur sevgili dostlar…

Çin’in, Doğu Türkistan’ın gerçek sahipleri olan Müslüman Uygur halkına karşı yıllardır uyguladığı ‘Çinlileştirme’ ve baskı politikalarını bütün dünya canlı canlı izliyor. Mısır’daki cuntanın, Libya’daki Batıcı zorbaların, Myanmar’daki alçakların… Sadece inandıkları gibi yaşamaya çalışanlar üzerindeki zulümlerini de…

Çin toplama kampında 70 yaşında şehit düşen Nurmuhammed Tohti’ye…

Her türlü işkence ile hayatı karartılan ve 67 yaşında Mısır zindanında şehit düşen Muhammed Mursi’yi…

Şili’de Pinochet cuntasına karşı çıktığı için işkence edilerek 59 yaşında katledilen Victor Jara’yı…

Sadece ama sadece ülkesinin selameti ve milletinin refahı için çalıştığı halde 62 yaşında ipe çekilen Adnan Menderes’i…

Anlayabilmek için bilmek gerekiyor…

“Ne kadar az bilirsen o kadar iyi uyursun” diyen Gorki haklı…

Ya da, “Uyursan gece biter, uyumazsan sen” diyen Sartre…

Başa dönelim: Değerlerimiz bize bilmeyi emrediyor. Bilmeyi, dertlenmeyi ve dâhil olmayı…

Uyudukça, sadece uyanık olanların dünyasına hizmet etmekten kurtulamayacağımızı emrediyor.

Karar bizim…