8 Aralık 2024 tarihinde Esad rejiminin devrilmesinden sonra tesis edilen yeni Suriye’nin; kurulan yeni ordu marifetiyle toprak bütünlüğünün sağlanması, ülkenin yeniden imarı ve inşası için gerekli fonların sağlanarak ekonomik olarak da toparlanıp iç savaşın izlerini silmesi için, ülkeye 1979 yılından beri uygulanan yaptırımların ama özellikle ABD’nin 2020 yılında yürürlüğe koyduğu Sezar Yasası yaptırımlarının kalkması gerekiyordu.

Bunun için Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte ABD ve AB nezdinde girişimlerde bulunuyor ve Suriye’nin yeniden uluslararası topluma entegre olması ve geçmişin acılarını silip yeni bir başlangıç yapması için çaba sarf ediyordu. Bu çabalar ilk meyvesini Trump’ın Ortadoğu turu kapsamında bulunduğu Suudi Arabistan’da 13 Mayıs akşamı yaptığı konuşmada verdi. Trump, Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tavsiyeleriyle Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına karar verdiğini açıkladı.

Trump’ın Ortadoğu turunda bazı sürpriz açıklamalar yapmasını bekliyorduk ama bunun yaptırımların kalkması olacağını çoğumuz öngörememişti. Zira hem ABD yönetiminde bu konuda bir direnç vardı hem de İsrail buna şiddetle karşı çıkıyordu. Belki Trump’tan Suriye’deki ABD askerlerinin tamamen çekileceğini duysaydık bu kadar şaşırmazdık. Ama nihayetinde ABD başkanı bu yönde kararını açıklamış, hem de bu kararı almasında Erdoğan ve Muhammed Bin Selman’ın etkili olduğunu söylemişti.

Trump’ın bu kararı beklendiği gibi domino etkisi yaptı ve Avrupa Birliği de 24 Şubat 2025'teki Suriye'ye yönelik bankacılık, enerji ve ulaşım gibi sektörleri hedef alan yaptırımları "askıya almaya" kararının ardından 20 Mayıs’ta Suriye’ye yönelik tüm ekonomik yaptırımların kaldırıldığını açıkladı.

Kuşkusuz AB’nin 2011 yılından beri uyguladığı yaptırımların kaldırılması Suriye için çok önemli olsa da, nihayetinde asıl belirleyici olan ABD’nin 2020 yılında kabul edilen Sezar Yasasına istinaden uygulamış olduğu ve Suriye ile iş yapan üçüncü ülkeleri de bağlayan yaptırımların kalkmasıdır. Zira bu yaptırımlara maruz kalmak istemeyen Türkiye gibi Suriye’nin komşuları, yeni yönetime destek olmak isteseler de somut adım atamıyorlardı. Dolayısıyla yeni Suriye yönetimini asıl rahatlatan bu yaptırımların kaldırılması olmuştur.

Trump’ın açıklamasının ardından 23 Mayıs tarihinde ABD Hazine Bakanlığı, “Suriye Yaptırımları Yönetmeliği ile Yasaklanan İşlemlere İzin Verilmesi veya Belirli Engellenmiş Kişileri İçeren” 25 Nolu genel lisansı - terör örgütlerine, insan hakları ihlalleri ve savaş suçları işleyenlere, uyuşturucu kaçakçılarına veya eski Esad rejimine ve onu destekleyen Rusya, İran ve Kuzey Kore’ye kolaylık sağlamamak kaydıyla- yayınladı.

Yani artık hem Türkiye’nin hem de Katar veya Suudi Arabistan’ın Suriye’nin yeniden toparlanabilmesi için ihtiyaç duyduğu her türlü desteği vermesi mümkün hale gelmişti. Keza AB ve ABD de, Suriye’nin yeniden toparlanması için ihtiyaç duyulan fonların sağlanması konusunda zorluk çıkarmayacaklar, iç savaş nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyeli mültecilerin evlerine geri dönebilmeleri için Suriye’deki hayat koşullarının normale dönmesine katkı sağlayacaklardı. 

Bu gelişmeden hemen sonra 24 Mayıs’ta Türkiye’ye gelen Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet Şara, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilmiş ve 2,5 saati bulan uzun bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Görüşmede Şara’nın yaptırımların kaldırılmasındaki kritik destek ve emekleri için Cumhurbaşkanımıza teşekkürlerini sunduğu açıklanırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da görüşme ile ilgili olarak yapılan yazılı açıklamada; “Yaptırımların kaldırılmaya başlanmasının Türkiye tarafından memnuniyetle karşılandığı, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunarak ülkenin ve ordunun tek bir merkezden idare edilmesinin önemli olduğu” vurgulanmış, “İsrail'in Suriye topraklarındaki işgal ve saldırganlığının kabul edilemeyeceği, Türkiye'nin buna karşı çıkmaya devam edeceği” tekrar edilmiştir.

Ayrıca, “Türkiye ile Suriye ikili ilişkilerinin ve işbirliğinin enerji, savunma, ulaştırma başta olmak üzere her alanda gelişmeye devam edeceği de” aktarılmıştır. 

Suriye Cumhurbaşkanı Şara’nın bir sonraki görüşmesi ise, 21 Mayıs 2025 tarihi itibariyle ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi olarak görevlendirilen ve aynı zamanda ABD’nin Ankara büyükelçisi de Tom Barrack ile olmuştur. Şara görüşmede ABD’nin yaptırımları kaldırması kararından duyulan memnuniyeti dile getirilmiş olup, Barrack ise, “Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılmasının, DEAŞ’ın kalıcı olarak yenilgiye uğratılması olan temel hedefimizin bütünlüğünü koruyacağını ve Suriye halkına daha iyi bir gelecek için şans vereceğini” vurgulamıştır.

Yani böylelikle yeni Suriye yönetimi ile ABD arasında ilk doğrudan temas kurulmuş ve ABD’nin yeni Ortadoğu politikası gereği Suriye’nin hızla toparlanıp ayağa kalkmasında ABD’nin sağlayacağı destek ele alınmıştır.

Bu görüşmeden bir gün sonra büyükelçi Barrack’ın X’ten yaptığı paylaşımda, 100 yıllık bir itirafta bulunarak,  “Bir asır önce Batı, haritalar, mandalar, çizilmiş sınırları ve yabancı yönetimi dayattı. Sykes-Picot, Suriye'yi ve daha geniş bölgeyi emperyal kazanç için böldü, barış için değil. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız.” diyerek Batı’nın müdahale döneminin sona erdiğini açıklamıştır. 

Ayrıca, “Türkiye, Körfez ve Avrupa'nın yanındayız; bu sefer askerler ve konferanslarla ya da hayali sınırlarla değil, Suriye halkının kendisiyle omuz omuza. Esad rejiminin düşmesiyle barışa kapı açıldı; yaptırımları ortadan kaldırarak Suriye halkının nihayet o kapıyı açmasını ve yenilenmiş refah ve güvenliğe giden bir yol keşfetmesini sağlıyoruz.” diyen Barrack, ABD’nin yeni bölge politikasındaki majör değişikliğin de ip uçlarını vermiştir.

Görüldüğü üzere Trump’ın Ortadoğu politikası, daha önceki dönemlerde olduğu gibi bölge ülkelerinin kendi içlerinde ve birbirleri arasındaki anlaşmazlıklara dayalı olmayacak, bunun yerine bölgeye barış ve istikrar getirecek hamleler yapılması söz konuş olabilecektir. Dolayısıyla ortaya çıkan bu olumlu iklim iyi kullanılmalı ve Suriye’nin kısa sürede toparlanıp ayağa kalkması için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.

Tabi bunun için öncelikle İsrail’in başta Suriye ve Lübnan olmak üzere, bölgeyi istikrarsızlaştırmaya matuf hamlelerini engellemek gerekmektedir. Zira İsrail bugüne kadar, sözde kendi güvenliğini temin için bölge ülkelerini istikrarsızlaştırmaya gayret etmiş ve bu konuda da ziyadesiyle başarılı olmuştur.

En azından bugünden sonra İsrail’in istikrarsızlaştırıcı hamlelerine izin verilmemeli ve tüm konsantrasyon, Suriye’nin yeniden ayağa kaldırılması için yapılması gerekenlere yönlendirilmelidir. Zira Suriye halkının da uzun iç savaş sürecinde çektiği acılardan ve kaybettiklerinden sonra; barış, huzur ve istikrara kavuşmak için bir gün dahi kaybedecek sabrı ve takati kalmamıştır.