“13 Haziran 2025” tarihi de tıpkı “7 Ekim 2023” gibi bölgenin hatta belki de dünyanın kaderini değiştiren günlerden biri olarak tarihe geçecek gibi gözüküyor. Zira İsrail’in o gece İran’ın nükleer tesislerini vurmasının yanı sıra aralarında Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı, Hava ve Uzay Kuvvetleri Komutanı ile nükleer bilim insanlarının da bulunduğu çok sayıda üst düzey ismi öldürmesiyle, 2003’de İran’ın nükleer çalışmaları ifşa olduktan sonra başlattığı ve bugüne gelene kadar ısrarla ve inatla devam ettirdiği, “İran’ın nükleer tesislerinin vurulması” yönündeki söylemi de gerçekleşmiş oldu.
Ancak belki bundan daha da önemlisi İsrail’in ABD’nin de İran’ı vurmasını sağlayarak, sürecin başından beri ABD ile İran’ı kafa kafaya getirmek stratejisinde önemli bir eşiği geçmiş olmasıdır. Keza ABD’nin İsrail’in başlattığı savaşın 10. gününde yani 22 Haziran 2025’te, sözde İsrail’in başaramadığı Fordo nükleer tesisini etkisiz hale getirmek görevini üstlenmesiyle ABD’de de bu savaşa taraf olmuştur.
Hem de ne taraf…
Missouri'deki Whiteman Hava Kuvvetleri Üssü’nden GBU-57 sığınak delici mahiyette 13 tonluk bombalarla kalkan B2 hayalet uçakları, 17-18 saatlik bir uçuş yaparak İran üzerine geliyor ve burada daha önceden belirlenen Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerine 12 adet bomba bırakılarak, kayıpsız bir şekilde geri dönülüyor.
Bu yetmiyormuş gibi, bir de ABD’nin bölgede bulunan denizaltılarından 30 adet Tomahawk füzesi fırlatılarak bahse konu hedefler tekraren vuruluyor.
Ve biz bombalamayı Türkiye saatiyle 02.50’de paylaşım yapan Trump’tan öğreniyoruz.
Aslında bu saldırıya şaşırmıyoruz. Zira İsrail’in 13 Haziran’da İran’ı vurmasından sonra kopartılan tezvirattan ve Trump’ın yanar-döner laflarından böyle bir saldırı yapılmasını bekliyorduk.
Keza ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki olan İsrail’in saldırıları özellikle Fordo nükleer tesisine sirayet edememiş ve dolayısıyla İran’ın nükleer kapasitesinin tam olarak ortadan kaldırılması mümkün olamamıştı.
Zaten dünyada bunu yapabilecek yegâne mühimmat ve görev uçağı da ABD’nin envanterinde olduğundan, geriye bu envanteri gün yüzüne çıkarmak kalıyordu.
Ancak işin bundan sonrasında tuhaf bir durum var gibi. Zira ne ABD yönetimi bu saldırıyla İsrail-İran savaşına müdahil olduğunu söylüyor, ne de İran kendisini vurarak sürece müdahil olan (aslında ABD başından beri İsrail’i desteklemesi hasebiyle zaten savaşın tarafıydı ama…) ABD’nin savaşta karşı cephede yer aldığını ve dolayısıyla bundan sonra ABD hedeflerinin de meşru hedefleri olduğunu söylüyordu.
Fakat biz İsrail’in İran’ı vurmasından hemen önce İran’ın ABD’yi uyararak, “eğer İran’ın nükleer tesisleri hedef alınırsa bundan ABD’yi sorunlu tutacağını ve ABD’nin bölgedeki üslerini ve askerlerini vuracağı” şeklindeki sözlerini de hatırlıyoruz.
Yani ortada gerçekten bir tuhaflık var.
Ne vuran bunun sorumluluğunu üzerine alıyor, ne de vurulan daha önce üst perdeden dillendirdiği tehditlerin gereğini yapıyor.
Hadi İran bakımından durum anlaşılabilir. Zira İsrail ile bir savaşın içerisindeyken bir de ABD cephesini açarak kendini daha da zor duruma sokmak istemiyor. Keza İran teke tekte İsrail ile başa çıkabileceğini, hatta İsrail’i alt edebileceğini biliyor. Ama işin içine ABD de karışırsa, o zaman ibre şaşabilir ve İran için hiç istenmeyen durumlar ortaya çıkabilir. Bu yüzden de İran ABD’nin doğrudan savaşa müdahil olmasını istemiyor ve bunu mümkün kılmak için de gerekirse bazı şeyleri görmezden gelebilir.
Zaten anlaşıldığı kadarıyla ABD saldırıdan önce İran’ı bilgilendirmiş ve İran da Fordo tesisindeki zenginleştirilmiş nükleer yakıtı tahliye etmiş. Dolayısıyla ortada bir hasar olsa da bunun sadece tesislere yönelik bir hasar olduğu ve İran’ın sahip olduğu nükleer yakıtın güvende olduğu anlaşılıyor.
Ama ABD’nin tavrını anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Zaten İsrail’in İran’ı vurması için yeşil ışık yakmışsın, saldırının ilk gününde çıkıp İsrail mükemmel bir iş çıkardı demişsin ve daha da önemlisi İran kendini toparlayıp İsrail’e yönelik balistik füzelerle saldırı başlattığında da, bu füzelerin çoğunun havada imha edilmesinde bilfiil görev almışsın… Tüm bunlar yetmiyormuş gibi İsrail’in İran’a attığı bombaların çoğunu (tıpkı Gazze’de olduğu gibi) sen vermişsin ve vermeye de devam ediyorsun. Yani İsrail’in saldırmasının ve kendini savunmasının teminatısın ama savaşın tarafı değilsin!
Sanırım yaşadığımız bu gelişmeler dünya savaş tarihinin en tuhaf olayları olarak kayda geçecek.
Fakat ilginçlikler bununla da sınırlı kalmıyor. Zira hem İran gibi Birleşmiş Millet üyesi olan egemen bir devleti, sırf İsrail’in güvenliği için, atom bombasından sonra en etkili bombalarla vuruyorsun ve nükleer kapasitesini ortadan kaldırdığını ileri sürüyorsun, hem de İran’ın bu saldırıya karşılık vermesinin hiç akıllıca olmayacağını, eğer İran karşılık verirse daha sert bir şekilde vurulacağını söylüyorsun.
Zaten Birleşmiş Milletler şartını ihlal etmişsin, uluslararası hukuku ayaklar altına almışsın, sözde İsrail’in güvenliği için Netanyahu’nun maskarası olmuşsun, o zaman niye çıkıp cesurca ve açık yüreklilikle, “Evet İran’ı vurdum ve İsrail ile İran arasındaki savaşa taraf oldum. Dolayısıyla da bunun sonuçlarına katlanmaya hazırım” demiyorsun?
Galiba bu sorunun cevabı Trump’ın kampanya dönemindeki sözlerinde gizli.
Zira Trump hem Biden’ı hem de Obama’yı ABD’yi savaşa sokmakla ve Amerikan halkının vergilerini boşa harcamakla eleştirmiş ve kendisinin “dünyadaki savaşları bitireceğini ve dünyaya barış getireceğini” söylemişti. Keza ABD’nin artık dünyanın jandarmalığını yapmayacağını da söyleyen Trump, bu vaatlerle Amerikan halkının desteğini alıp başkan seçildikten sonra bazı bölgelerdeki askerlerini geri çekmiş ve başta USAID olmak üzere gereksiz olduğunu düşündüğü kurumları da, ya kapatmış ya da fonlarını kestikten sonra Ukrayna dâhil olmak üzere pek çok ülkeye yapılan yardımları da kesmişti.
Ancak tüm bu tasarruf söylemlerine ve önceliğin ABD’nin çıkarlarında olduğu şeklindeki sloganlara rağmen, mevzu bahis İsrail olduğunda bir istisna yapılmış ve İsrail’e 2018 yılında Obama döneminde başlatılan ve 10 yıl süreyle yıllık 3,8 milyar dolar olarak devam eden yardım kesilmediği gibi hem İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında hem de diğer bölge ülkelerine yönelik saldırılarında kullanılmak üzere başta mühimmat desteği olmak üzere her türlü yardım yapılmaya devam etmiştir.
Yani Trump savaşları bitirme, ekonomiyi düzeltme ve Amerika’yı yeniden büyük yapma şeklindeki sözlerini yerine getiremediği gibi, kötü yönetimi nedeniyle İsrail’in gemi azıya almasına ve Gazze’den sonra bir de İran ile savaş çıkarmasına vesile olarak tarihe geçmiştir.
Şimdi de aman İran ABD’nin saldırısına karşılık vermesin ve dolayısıyla ABD kendini yeniden bir savaşın içinde bulmasın diye yapılan saldırı “Gece Yarısı Çekici” olarak isimlendirilerek, sanki bu savaşın tarafı olmak değilmiş te, sadece İran’ın nükleer kapasitesini ortadan kaldırmaya yönelik sınırlı bir operasyonmuş gibi davranılıyor.
Ancak böyle bir operasyon için BM Güvenlik Konseyi’nin kararı var mıdır veya İsrail’de nükleer silah olduğu bilinmesine rağmen herhangi bir şey yapılmazken, İran’ın nükleer çalışmaları neden sorun oluyor ve önlenmeye çalışılıyor diye kimse sormuyor.
Bakalım İran yönetimi Trump’ın bu pervasızlığına nasıl bir cevap verecek?
Zira onların da işi kolay değil. Eğer ABD’ye karşılık verirlerse tam da İsrail’in istediği gibi olacak ve ABD ile doğrudan karşılaşmış olacaklar. Ama karşılık vermezlerse de, bu tavır güçsüzlük ve korkaklık olarak algılanacak ve İran halkının yönetimine güveni zedelenecek. Zaten sıkışan rejim iyice zorlanacak.
Dolayısıyla ABD’nin İran’ı vurmasına rağmen henüz bunun bir savaş ilanı olmadığı şeklindeki açıklamalar, müzakerelere de bir şekilde kapı aralamaktadır.
Umarız bu sürecin sonunda bölgede hiçbir ülkenin nükleer silaha sahip olmaması temin edilir ve bir taraftan İran’ın nükleer silah kapasitesi ortadan kaldırılırken diğer taraftan İsrail’in elindeki nükleer silahlar da etkisiz hale getirilerek bölgemiz “nükleer silahsız bölge” hale getirilir.