Fazilet Partisi’nden ayrılan ‘yenilikçiler’,Hilfü'l-Fudûl’a atıfla ‘Erdemliler Hareketi’ adıyla yeni parti çalışmalarına başladı.  

Bolu Köroğlu Oteli’nde 19 Mayıs 2001’de gerçekleştirilen toplantıda konuşan Recep Tayyip Erdoğan, “oluşumun en büyük hedefinin, ülkenin yönetimini kalabalık bürokrasi ve mevzuatlardan kurtarmak” olduğunu belirtecekti; ancak ‘bürokrasi ve mevzuatlardan’ kurtulunması için başkanlık sistemine geçişi de barındıran 16 Nisan 2017'de gerçekleşen halk oylamasını bekleyecekti.

Erdemliler Hareketi, nihayet 14 Ağustos 2001’de yeni partilerini kamuoyuna duyurdu: AK Parti. Erdoğan, partisinin kamuoyuna deklare edilmesinin ardından yaptığı ilk konuşmada, “Bugünden sonra Türkiye’mizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” diyecekti. Nitekim öyle de oldu.

Bugün 23 yılı geride bırakan ve 3 Kasım 2002’den bu yana kesintisiz iktidar olan partinin müesses nizama karşı zafer elde ederek büyümesi boyunca meydana gelen toplumsal dinamikleri hatırlayalım.

HEM MİSYON HEM KİTLE PARTİSİ
AK Parti iktidara geldiğinde, 19 Şubat 2001’de gerçekleşen ve tarihe ‘Anayasa kitapçığını fırlatma krizi’ olarak geçen; Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e Millî Güvenlik Kurulu toplantısında anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan siyasi ve ekonomik krizin yansımaları devam ediyordu. Üstüne ‘28 Şubat bin yıl sürecek’ siyaseti de cabası.

Tüm bu yaşananlardan dolayı, devlet ile millet arasındaki bağlar zayıflamış ve yatırımlar ile hizmetler konusunda büyük eksiklikler oluşmuştu. AK Parti ilk döneminde ekonomiye odaklanarak eğitim, sağlık, ulaştırma ve sosyal politikalar gibi alanlarda yoğun yatırımlar gerçekleştirdi. O dönemde Avrupa Birliği perspektifine bağlı kalsa da vesayetin kılıcı devamlı ensesinde duruyordu. Ancak bürokratik vesayete rağmen hükûmet, güçlü ve toplumun her kesimini kapsayan kadrolarıyla adım adım kronikleşmiş sorunları çözdükçe halkın desteği de artmaya devam etti.

AK Parti, kimilerince her ne kadar ‘sağcı’ diye nitelendirilse de aslında diğer tüm sağ partilerden farklıydı. Refah Partisi ve geleneğinden gelen partiler dışında ‘sağ’ diye tanımlanan partilerin neredeyse tamamının, söylem ve eylemde farklı olsalar da zihniyet olarak CHP ve Kemalizm ideolojisinden farklı bir duruşları söz konusu değildi.

Türkiye siyasetinde ve sosyolojisinde önemli bir yer tutan Refah Partisi’nin inşacı ve örgütlü yapısı, AK Parti’nin omurgasını oluşturmuştu. Bu taraftan bakınca misyon partisi olsa da aslında AK Parti’nin bünyesinde bulundurduğusağcı liberaller, milliyetçiler, Kürtler ve bazı tarikat-cemaatler vasıtasıyla da bir kitle partisi yönü de söz konusuydu.

DEVRİMCİ POLİTİKALAR
Bu derece geniş ve farklı grupların ittifakı ile siyaset üreten AK Parti, Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye siyasi tarihinde geriye döndürülmesi zor olan devrim niteliğinde politikaları hayata geçirdi.

Özellikle 27 Nisan2007'de, eşi başörtülü olan Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasın diye Genelkurmay’ın yayınladığı e-Muhtıra, tertip edilen cumhuriyet mitingleri ve Anayasa Mahkemesi'nin skandal 367 kararı sonrası, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini içeren anayasa değişikliği 21 Ekim 2007'de yapılan referandumla kabul edildi. Bugünkü başkanlık sisteminin temeli aslında o tarihlerde atılmıştı.

Referandum öncesinde 22 Temmuz 2007’de yapılan erken genel seçimlerde AK Parti’nin o zamanki seçim sloganı “Durmak yok, yola devam” olmuştu.

Bu sloganla aslında AK Parti, bir adım daha fazla demokrasi, daha fazla geçmişle hesaplaşma, daha fazla çözüm, daha fazla zenginlik, daha fazla ve daha fazla... Yani Erdoğan’ın tabiriyle muhafazakâr, devrimci bir siyaseti hayata geçirdi.

Üretim araçlarını devrimcileştirmeden tutun, siyasal kompozisyonu devrimcileştirmeye; halkın kültürel-sosyal refahını yükseltmeye ve halkın özgüvenini artırmaya yönelikbir slogandı bu. Aslında sadece slogan olarak da kalmadı. Bir vaatler bütünü politikaya dökülmüş oldu.

DİNDARLA SEKÜLER EŞİTLENDİ
Türkiye’de dinî gerekleri odak noktaya alan hayat biçiminitercih edenler, seküler yaşam biçimini tercih edenlerle eşit haklara sahip değildi. Özellikle mütedeyyin kadınlar birçok yasal haktan mahrumdu. Yıllarca başörtüsüne “türban” diyerekbaşörtüsü üzerinden İslam düşmanlığını perdelemeye çalışan sisteme karşılık nihayet Türkiye'de inancını ifade etme özgürlüğü dâhilinde genç kızların başörtülü olarak eğitim görme imkânı 2008'de hayata geçse de kamu görevlisi olarak çalışma hakkı ancak 2013'te hazırlanan 'Demokratikleşme paketi' kapsamında elde edilecekti.

İmam hatip mezunlarının yükseköğrenim için tek seçeneği yüksek İslam enstitüleri veyailahiyat fakülteleriyken AK Parti iktidarının 2011’de yaptığı düzenlemeyle bu ayrımcılık ortadan kaldırıldı. Bir yıl sonra da İmam hatip ortaokulları yeniden eğitime başladı.

Türkiye, haftalık ibadet günü bir yana, ibadet saati özgürlüğünü tanımayan dünyadaki tek ülkeydi. Merhum Özal döneminde “Cumhurbaşkanı ‘cuma’yagidecek mi?” diye manşet atılan ve 'takunya sesi' diye tarif edilen namaz ile ilgili düzenleme ancak Ocak 2016'da yapıldı. Bu düzenlemeyle birlikte fişlenme korkusu yaşamadan artık kamu çalışanları da cuma namazına gidebiliyor. Dinî inancını ifade etmek isteyen insanlar da artık seküler yaşamı tercih eden insanlarla hak ve hürriyet açısından kanun önünde ve uygulamada eşitlendi.

KÜRT VE KÜRTÇE İNKÂRI ORTADAN KALKTI

Erdoğan liderliğinde AK Parti, 2009’da ‘Demokratik Açılım’ olarak başlayan ve daha sonra 'Çözüm Süreci’ne evrilen millî birlik ve kardeşlik projesini başlattı. Bu süreçte, Kürt ve Kürtçeye yönelik ret ve inkâr politikaları sona erdirildi, TRT Kürdi ve Anadolu Ajansı Kürtçe yayın yapmaya başladı. 2010’da özel kanalların farklı dil ve lehçelerde yayın yapmasına izin verildi ve Yaşayan Diller Enstitüsü kuruldu. Şu anda Türkiye’de Kürdoloji ile ilgili lisans, yüksek lisans ve doktora programları altı üniversitede eğitim veriyor. 2011’de Dersim Katliamı için devlet adına özür dilendi ve okullarda ‘Andımız’ın okutulması durduruldu. Çözüm Süreci, 2015’te PKK ve Fetullahçıların müdahalesiyle sona erdi.

Alevi açılımı kapsamında ise 2009 ve 2010 yıllarında düzenlenen çalıştaylarda Alevi vatandaşların sorunları ele alındı. Sivas’taki Madımak Oteli, Bilim ve Kültür Merkezi’ne dönüştürüldü ve Nevşehir Üniversitesi’nin adı Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak değiştirildi. Erdoğan’ın 2022’de Şahkulu Sultan Dergâhı ve Cemevi’ni ziyaretiyle süreçte önemli bir aşamaya geçildi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kuruldu.

15 TEMMUZ VE YANSIMALARI

Türkiye'de başlayan bu değişim ve normalleşme süreci çeşitli yöntemler ve aktörlerle kesilmeye çalışıldı. 7 Şubat MİT krizi, Gezi Parkı eylemleri, 17-25 Aralık operasyonları ve hendek olaylarıyla süreç akamete uğratılmayınca Fetullahçıların öncülüğündeki ordu devreye girecekti.AK Parti'nin kuruluşundan bu yana devameden sessiz ve kansız devrime 15 Temmuz 2016'da kan bulaştı. Erdoğan liderliğinde halkın bu darbe girişimini püskürtüp halk devrimine çevirmesiyle Türkiye’de yeni bir süreç başladı. Özellikle 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumuyla Türkiye başkanlık sistemine geçti ve devlet yeniden yapılandı.

Erdoğan, tüm bu devrimleri halktan aldığı destekle hayata geçirdi. Halk ise Erdoğan'ın onlar namına elinden gelenin en iyisini yapabileceğine inandığı için desteğini sürdürdü. Erdoğan’a karşı olanlar da aslında dindarlara, Kürtlere yani toplumun çeperinde kalanlara sağlanan özgürlüklere karşı oldukları için Erdoğan’a karşı çıktı.

HALK PARTİSİ vs DEVLET PARTİSİ

Çözüm sürecinin bozulması ve darbe girişimi sonrası zorunlu bir politika değişikliğine giden AK Parti, halkın partisi olmaktan çıkıp ‘devlet ve elitlerin partisi’ olma yolunda bir politika izleme görüntüsü verdi halk nezdinde. Böyle bir durumun oluşmasında hiç kuşkusuz AK Parti’nin beraber yol yürüdüğü ittifak ortaklarının payı yadsınamaz.

Öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisi AK Parti’nin kuruluşu ilan edilirken “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” hedefinden, “Acaba yine her şey eskisi gibi mi olacak?” endişesini barındıran bir noktaya geldi. Halkta da böyle bir kaygı var.

Erdoğan, eğer bu endişe olmasa neden değişim desin,bu endişe olmasa neden teşkilatlarda yenilenme olsun desin,hatta bu endişe olmasa 31 Mart seçimlerinden sonra, neden ufak ufak da olsa; bıktırıcı bir yavaşlıkta da olsa hatta umut kırıcı bir sessizlikte de olsa neden bir değişim süreci başlatsın ki?

Bu, sadece partiye küskün olan seçmeni oyalamak için mi? Küskün olan seçmen hızlı bir şekilde etkilenmek ister; küskün olan seçmen neredeyse iki yıl içerisinde, adım adım etkilenmek istemez ki? Çünkü seçmen sana der ki “Bak ben buradayım, geri gelmek istiyorum. Sen eskisi gibi olacak mısın? Yani sen eskisi gibi muhafazakâr devrimci olacak mısın?”

BUNDAN SONRA
Gelinen son durumda, Erdoğan,“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söyleminden “Her şeyi eski hâline getirip öyle git” meydan okuması noktasına getiriliyor. Bu iddiadan uzaklaşıldıkça seçmen de uzaklaşacaktır. Erdoğan, kendisini düşmanlarına karşı korumayı çok iyi başarıyor, peki ya dostlarına karşı koruma durumu nasıl?

Erdoğan, yerel seçimlerden iki gün önce bir televizyon programında yaptığı konuşmada, “İlk kez 2007 seçimlerinde kullandığımız ‘Durmak yok, yola devam’ diye bir sloganımız vardı. Şimdi bu sloganı ‘Doğru adımlarla yola devam’ olarak güncelliyor ve Türkiye Yüzyılı'na doğru yürüyüşümüzü hızlandırıyoruz.” ifadelerini kullanmıştı.

AK Parti’yi AK Parti yapan şey, muhafazakâr devrimci ve muhafazakâr demokrat siyasetiydi. Bugün, “Durmak yok, yola devam” sloganını gerçek anlamda “Doğru adımlarla yola devam” şeklinde güncelleyip bir politika izlediğinde AK Parti, kimseye ihtiyaç duymadan tekrar tek başına birinci parti olmaya devam edecektir. Peki bunu gerçekleştirebilecekler mi?