Karınca uzun sürecek kış için hazırlıklara başladığında, küçük bir tepenin ardından gelen sese kulak kabartır. Sesin ağustos böceğinden geldiğini tahmin etmesi hiç de zor değildir. Daha önce La Fontaine’den “Ağustos Böceği ve Karınca” hikâyesini okumuştur. Tarih bilinci sağlam, okumuş bir karıncadır. “Yazık ki, bu kez de tarih tekerrür etmekte” diye geçirir içinden.

Yine de merakına yenilir, sesin geldiği tepeciğin eteğine varır. Usulca başını uzatıp kaldırdığında, gözlerine inanamaz. Kendisi gibi yüzlerce karınca, ağustos böceğinin etrafında kümelenmiş tempo tutmaktadır. Şarkının nağmeleri arasında kendinden geçmiş kardeşlerinin tarihte olan bitenleri unutup ağustos böceğinin şarkısına eşlik ediyordur. Çekirgeler, hamam böcekleri, pireler, uğur böcekleri de coşkuyla alkışlar.  Başını kaldırdığında çok sayıda kelebeğin de güzel kanatlarıyla alkışa katıldığını görür.

Gördükleri karşısında büyülenir ama bunu kendine söyleyecek cesareti yoktur. Vakit gece yarısıdır; gökte incecik bir hilal dünyaya gülümsemektedir. Ilık rüzgârın dokunuşuyla hışırdayan yapraklar, yakındaki dereden gelen kurbağa sesleri, ağustos böceğinin şarkılarına enfes bir vokal yapmaktadır. Dinleyiciler ateş böceklerinin de eşlik ettiği muhteşem bir ışık gösterisi altında yeşil yapraklar arasından yükselen nağmeleri dinlemektedir.

Karanlıktan cesaret alarak, sessizce kalabalığın içine karışır. Kimsenin kendisini tanımayacağından emin olduktan sonra, el ense yapıp bir köşeye uzanır. Günlerdir çektiği telaş, minicik bedenine yüklediği stres yavaş yavaş silinmeye başlar. Çalışmaktan gerilmiş yüz kasları gevşer, gözlerine sevinç ışıkları doluşur. Yaşadığı anın farkına varır. “Kış gelirse n’aparım!” endişesiyle unuttuğu, antenlerini okşayarak esen ılık meltemi doyasıya hisseder. Taze çiçek kokularını doyasıya içine çeker. Az ötede akıp durmakta olan derenin şırıltısını ilk defa dinliyor gibidir. Gözlerini kapatır; uzaklara dalar. Kulağına gelen melodinin ninnisiyle uykuya dalar. Sabah olduğunda fark eder ki, sadece kendisi değil, diğer bütün hayvanlar da neşe içinde çalışmakta, kış hazırlıkları yapmaktadır, ama bunu yaparken kimse kimseyi tembellikle ya da aptallıkla suçlamamaktadır. Karınca kardeşleri hiç telaşsız çalışmakta ama ağustos böceğinin şarkılarına da eşsiz bir sanat zevkiyle kulak vermektedirler.

Okumuş karınca, bir gecelik kaçamağın ardından, kimseye açılmaya fırsat bulmadan yuvasına döner. Günler geçer, ağustos ayı sona erer. Takvimler eylül ayını gösterirken, yapraklar sararmaya başlar. Yaz meltemlerinin yerini güzün hoyrat rüzgârları alır. Yaprak hışırtıları giderek azalır, ağustos böceğinin söylediği şarkılar ise sadece hatıralarda kalır. Kış bastırır aniden. Artık çalışkan ve okumuş karınca için rövanş vakti gelmiştir. Bin bir emekle biriktirdiklerini harcama zamanıdır artık. La Fontaine’i bir kez daha minnetle anar.

Soğuk bir kış gecesi kapısı çalındığında yüreği pırpır eder. Beklediği an gelmiştir. Tembel ağustos böceği nihayet kapısına dayanmıştır! Öfkeyle ama biraz da intikam duygusunun keyfiyle kapıya seğirtir. Kapıyı açtığında, karşısında kuryelik yapan genç bir çekirgeyi bulur. Üzerinde adı yazılı, özenle süslenmiş paketi açtığında, ağustos böceğinin seçme şarkılarından oluşan Bridge over Troubled Water adlı CD albümü avuçlarında bulur. “Hep hatırlanmak dileğiyle…” diye adına imzalanan CD’nin arka kapağında ağustos böceğinin özgeçmişi yazmaktadır. “Okumuş karınca” özgeçmişi okuyunca, hayretle öğrenir ki ağustos böceği sadece bir mevsim yaşamıştır ve kış gelmeden aylar önce dünyaya veda etmiştir. Kısa ve hüzünlü ömrünün meyvesi olarak “Karınca kararınca” değil, hırsla biriktirdiği onca yiyeceğe hüzünle bakar. Kaçırdığı yaz günlerinin ardı sıra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar: Peşine düşüp bir türlü yakalayamadığı mutluluk için gözyaşı döker. İçi üşür, ürperir, titrer. O sırada fark eder sobanın ateşinin azaldığını. Ateşi harlamak için alelacele kâğıt arar. La Fontaine kitabının sayfalarını koparmaya başlar…