“Hikmetleri kelimelerin kalplerine indiren Allah’a hamd olsun.”

Fusûsu’l Hikem

Eskiler yazılara mektuplara hamdele ve salvele ile başlar bitirirlermiş. Bizde Haydi Bismillah dediğimiz bu köşede ‘Fusûsu’l-Hikem’in ilk cümlesi ile başlayalım istedim.

Bu köşenin ilk konusunu da hem anne hem hukukçu olmam ve de uygulamada parçalanmış ailelerin her geçen gün istatistiğin yetişemediği bir hızla çoğalmasına şahitlik etmem sebebiyle elzem gördüm.

Bir toplumun en küçük yapı taşını aile oluşturur. Ailenin mayası, yapı taşı sevgidir. Ve bu sevgi saygı ile temellendirilmişse sağlamdır. İşte hukuk sisteminin de bence en başta görevi bu sevgi ve saygı ağı ile oluşturulmuş aile kozasını korumak ve muhafaza etmek olmalıdır.

Tam da bu yüzden artık aileyi, kadın ve erkek arasındaki eşitlik söyleminin adaletsizliğinden kurtarmalıyız. Salt eşitlik mantığı balığın kavağa çıkmasını ya da bülbülün denize girmesini istemek aslında onlara da zulmetmek değil midir? Onun yerine “birbirlerinin veli ve yardımcısı” olduğunu hatırlatan kadim bilgiler yeniden yorumlanmalı.

Aile bireylerini birbirinin hasmı durumuna düşüren yasal düzenlemeleri bu kozayı desteklemekten çok delen oklar gibi görüyorum. Aile Mahkemeleri adı bile bu hasmiyeti destekler nitelikte değil mi?

O sebeple Arabuluculuk, Tahkim gibi çözüm yöntemlerinin mahkemelerden önce, temeli sarsılan ve dağılma tehlikesi yaşayan ailelerde ilk durak olarak düşünülmesi ve tartışmaya açılmasının bir gereklilik olduğu kanaatindeyim. Katlanarak artan boşanma oranlarına baktığımızda yeni çözüm yöntemleri ve söylemlerin gerekliliği daha da anlaşılacaktır.

Amerika’da bir eyalette bir aile yoldan geçiyorsa orada oturanların ayağa kalktığını biliyor muydunuz? Ben de duyduğumda şaşırmıştım. Mâlesef boşanma oranlarındaki artış hızı bu şekilde devam edecek olursa korkarım durum bizde de böyle olacak.

Unutmamalı ki demokrasinin, sivil toplumun ve hatta hukukun hayat bulduğu/ bulacağı yer olması hasebiyle aslında her aile küçük bir devlettir. Bu sebeple Edebali’nin “insanı yaşat ki devlet yaşasın sözünü” az bir değişiklikle  “aileyi yaşat ki devlet yaşasın” olarak da söylesek sanırım yanlış söylemiş olmayız.

Evlilik ve aile kurma olgusundan, gençlerin giderek kaçındığı bir dönemdeyiz. Sorumluluk almak istemiyor evliliği bir yük gibi gören bir nesil yetişiyor. Evlilik yaşının gelişen günümüz şartlarında ileri yaşlara ertelenmesinin doğurduğu olumsuzluklar ve boşanmaların ve kötü örneklerin son yıllarda çok fazla artmasının oluşturduğu güvensizlik ve korkularda gençleri aile kurma fikrinden uzaklaştırıyor. Toplumun temelini teşkil eden bu nadide kurumunun, tekrar hak ettiği “bir nevi cennet” algısına dönüşerek “Aile”nin bu manada yeniden hayat bulması özlem ve duasıyla…