"Aynı acıyı hissedenler kardeştir" demiştim ben daha önce. Şimdi bunu gözlerimle görüyor ve her hâlimle buna tam olarak inanıyorum. Dünyanın her bir yanından acımızı paylaşanlar var. Elinde nesi varsa bir şekilde bizlere göndermeye çalışan kardeşler var. Oturup derdimizi dert edinenler var. Kızının çeyizini gönderen, çocuğunun ayakkabısını gönderen, babasının yorganını gönderen, ama ve en çok duasını gönderen insanlar var.

Deprem alanında canını hiçe sayıp gözyaşlarıyla insanları o enkazın altından çıkarmak için aç susuz ve uykusuz çabalayanlar var. Lokmasını ağızına götürürken geri bırakan insanlar bunlar. “Bizim canımız Türkiye” diyerek kendi canını düşünmeden bir başka canı kurtarmak için enkazın altına giren insanlar.

Bütün ülke aynı acıyı, aynı sızıyı ve aynı derdi hissediyor işte. Allah hepsinden razı olsun.

Bunu yazmıştım, geçtiğimiz hafta depremden hemen sonra. Ama şimdi biraz daha farklı ve biraz daha fazla hissediyorum aynı şeyleri.

Geçen hafta birkaç günlüğüne Kudüs’teydim. Keşkül Derneği ve Sema Coşkun hanımla beraber oradaki kardeşlerimizi görmek ve hem de Miraç Kandili için orada bulunmak için aylar evvelinden planlamıştık. İstediğimiz gibi de oldu. Ama içimiz buruktu.

Fakat bu kez biraz farklı, biraz değişik ve belki de çoğu zaman gidenlerin yaşayamayacağı şeyler yaşadık. Depremin üzerinden henüz bir hafta geçtiğinden oradaki kardeşlerimizin hâllerine de şahit olduk.

Türkiye’de bizler ne kadar acı hissettiysek onların da orada aynı his ile hareket ettiklerini gördüm ben. Miraç günü ve gecesi Mescid-i Aksa’da olan tüm Müslümanlar hep bir ağızdan ve aynı acılı gönülle depremzede kardeşleri için dualar ettiler. Türk olduğumuzu anlayan her Filistinli koşarak gelip Türkçe “geçmiş olsun” diyerek yanımızda oldular.

Bir tanesini anlatayım.

Cuma namazında Mescid-i Aksa’nın imamı hutbeye çıkıp bütün hutbe boyunca Türkiye’de olan depremden ve depremzedelerden bahsetti. “Size devamlı yardım eden, sizin yanınızda duran kardeşlerinizin şimdi acıları var. Size ihtiyaçları var. Onlara yardım etmek zorundasınız” diye diye bitirdi hutbesini. Namaz sonunda da Mescid-i Aksa’daki bütün Müslümanlar hep beraber depremde vefat eden kardeşlerimiz için gıyabi cenaze namazı kıldı.

Namaz çıkışında boynumdaki Türk bayrağını gören ufak bir çocuk yanıma geldi koşarak. “Türk müsünüz?” dedi. “Evet” dedim. “Deprem oldu, oradaki insanlar nasıllar?” diye sordu şaşırdım. İsmi Zeyn, Filistinli ve henüz dokuz yaşında. Ama bizi dert ediyor. Bir şekilde öğrenmek istiyor ve belli ki herkes Türkiye’de olan depremi konuşuyor ve hepsinin gündemi bu.

Fotoğrafı hatırlayacaksınız; elinde silah tutan İsrail askerinin önünde sandalyesinde bacağını bacağının üzerine atmış vakarla oturan bir Arif ağabeyimiz vardı. Onu da gördük. Konuştuk ve duasının sonu şöyleydi;

“Biz ne mal ne para ne de başka bir şey istiyoruz. Biz sizi istiyoruz. Allah Türkiye’yi korusun”