Bazılarına bir şey anlatmak öyle zor, öyle güç ve öyle yorucu ki!

Belki de insan bunun için yazmayı tercih ediyor. Hoş söylediğinden anlamayan yazdığından ne anlayacak ki diye de düşünmüyor değilim bazen. Ama yazarak en azından birilerinin bir gün anlayabileceğini vehmediyor insan ve bu umutla bütün bir gönlünü eski sarı bir kâğıda dökebiliyor. Hem bana kalırsa yazmak yalnız olan ve anlaşılmayan insanların bulduğu bir şey. Yoksa anlaşılan insanın yazmakla ne işi olacak ki?

Kanaatimce ismine “hayat” dediğimiz bu rüyada pek çok şey başka bir insan varsa anlamlı. Başka bir insan varsa ve bulabilmişseniz onu o vakit yaptıklarınızın bir kıymeti ve bir manası oluyor. Konuşmak gibi, anlatmak gibi, anlamak gibi ve daha çok fazlası…

Demem o ki insan insana muhtaçtır. Her ne kadar modern zamanın insanını kimsesizlik denen kuyuya bu gayya kuyusuna itmeye çalışan kendi garip allameleri varsa da iş tam olarak böyle değil. Bu bir batı yalanı zira önce insanı yalnızlaştırır sonra bireyselleştirir ve en sonunda da bencilleştirir bu mantık. Yalnızca “ben” den yola çıkmayı ve yalnızca “ben”i bulmayı ve kendi için, kendi kadar, kendine göre yaşamayı salık verir. Sonrası mı? Sonrası bir buhran ve sonrası bir çöküş. Şimdilerde gördüğümüz gibi saçma, zorba ve kendinden başka kimseyi düşünmeyen ve böyle de zaten çok fazla yaşamayan ve yaşayamayan, ahlaki hiçbir değeri ve hiçbir edep algısı olmayan insanlar çıkarır. Çok sonra da bu hastalıklı halin bulaştırdığı marazdan yakına yakına devalar, çareler aramaya başlar. Yani kendi eliyle kendini yaralar sonra yine kendi yarasını kendi sarmak için çırpınır.

Bizde ise mesele bambaşkadır. “Utanmıyorsan yap” fehvasınca bir ahlak ve edep sınırı konur önümüze. Olmayanı olduramayacağını bilen bir insan yetiştirmek derdi vardır bizim mayamızda. Ve yalnız kalmak mümkün bir hal ise de kimsesizlik bizim gönül lügatimizde yoktur. Zira inanmış bir insan yalnız olursa da kimsesiz olmak. Zira asıl kimsesizlik inanmamaktır. İşte bu son asırda bizlere de bulaştırmaya çalıştıkları amansız maraz tam da budur. Kendi kendine yapabileceğini, kendinin kendine yeteceğini, kimseye muhtaç olmadığını ve kimseden bir çare olmayacağını öğreterek yalnızlaştırdıkları insanı bir de gönlündeki ruhu sökerek kimsesiz bırakmaya çalıştılar ve çalışıyorlar.

Hülasa yukarıda söylediğimi tekrar edeyim ki “insan insana muhtaçtır…” Ve bizim topraklarımızda yaşayanları tanımak için dostunun, arkadaşının, sırdaşının kim olduğunu söylemesi dahi kâfidir…