Ukrayna-Rusya Savaşı aslen büyük bir satranç müsabakasının ilk hamlesiydi.

Rusya resmen savaşa itildi, özendirildi. Merkel tarafından beslenip büyütülen Rusya, dengelerin kökten değişeceğini gördüğü bir oyunda ABD-Çin mücadelesi kapsamında ülkesinin bölüneceğini ve sürecin sonunda bomboş hâlde duran doğu topraklarını kaybedeceğini çok iyi biliyordu.

Nüfusu olmayan bu topraklar enerji kaynakları açısından Çin için nefsine hâkim olamayacağı derecede değerli. Söz konusu coğrafya, Ruslar tarafından kullanılmayan ama ileride değer kazanacağı beklentisiyle kimseye de verilmeyen, âdeta şehrin ücra köşesinde imara açılması beklenen bir tarla sayılırken, Çinlilere göre acilen ele geçirilmesi gereken, şehrin göbeğindeki en değerli arsa hüviyetinde.

Rus stratejistlere göre böylesine büyük, aç bir canavardan kurtulmak olanaksız olduğundan kartların dağıtılacağı bir dönemde son derece muhafazakâr ve enerjiden başka dünya namına hiçbir şeyi olmayan, dünyaya hiçbir şey vadetmeyen, her geçen gün kurucu unsur olan Slav nüfusu azalan bir Rusya için NATO ile elinden alınmaya çalışılan Ukrayna'yı işgal, gerek enerji havzaları gerek nüfus yapısını koruma ve gerekse düşmanı dibine sokmamak adına kaçınılmaz bir tercih hâlini almıştı.

Fakat Ruslar açısından işin kötü yanı, Putin'in milyonlarca Rus ile evlilik ve akrabalık yoluyla bağlı olan Ukraynalıların ülkesinde bu bağlara zarar vermeden askerî anlamda muvaffak olma ihtimalinin çok düşük olması. Aralarındaki bu dinî ve ırki münasebetler güçlü bir Büyük Rusya hayali için son derece müsait olsa da ne Ukrayna'ya ne de dünyaya hiçbir şey vadetmeyen geri kalmış Rusya'nın şemsiyesi altına alabileceği tek bir ülke dahi yok. Ukrayna da Sovyetlerden sonra özgürlüğün tadını almış ve kimlik bilinci oluşturmuş bir ülke olarak uluslararası kamuoyunda meşru bir savaşın kahramanı olarak savaşmaya devam ediyor.

Durum böyle olunca da Putin'in yakıp yıkmadan Ukrayna'yı zapt etmesi mümkün değil; ederse de kendi ülkesinin içi de dahil olmak üzere çok büyük problemler ortaya çıkacağı gibi harekâtın hiçbir manası ve dayanağı kalmayacak; tam anlamıyla bir katliama dönüşecek. İş bu raddeye gelince de tüm dünyanın silahları Rusya'ya dönecek. Bunun farkındalar. Nükleer tehditlerinin altında da zaten bu farkındalığın korkusu saklanıyor.

Durum böyle olunca keşmekeşe dönen savaş da bir yere varmıyor, neticelenmiyor ve neticelenmedikçe istikrarsızlık ve korkuları artırıyor. Yani mesele Rusya'nın askerî güçsüzlüğü değil; hedeflediği zaferin içeriğinin mümkün olmaması...

Peki, Rusya böylesine bir yola nasıl oldu da bu kadar pervasızca çıkabildi? Bu sorunun cevabı dünyanın yeni süper gücü Hindistan'ın denklemdeki eşsiz yerinde aranmalı...

An itibarıyla dünyayı yutmaya hazırlanan Çin'i dengeleyecek tek güç artık Hindistan. Tabii ki ABD, Rusya, Çin, bunun farkında.

Çin ve Hindistan arasındaki mücadeleden ve ABD'nin Hindistan'a olan desteğinden daha önceki yazılarımda bahsetmiştim.

Fakat, ABD ile Hindistan arasındaki ittifakta Çin ve Rusya'nın denklemde aynı andaki varlığı bazı anlaşmazlıkları ortaya çıkarıyor.

Hindistan, Çin ile mücadelesini kaçınılmaz olarak gördüğünden ABD ile bu mücadeleyi merkeze koyup müttefiklik konusunda ciddi adımlar atsa da Çin ihalesinin Rusya olmaksızın kendilerine kalması durumunda yüzyıl daha toparlanamayacak kadar güç kaybedeceklerinin farkındalar. Bu nedenle Çin'in kendilerine olduğu gibi başına bela olma ihtimali en yüksek olan ve bu perspektifte stratejik açıdan müthiş önem taşıyan Rusya'nın da yanlarında olmasını "olmazsa olmaz" bir gereklilik olarak sayıyorlar.

Zaten ABD dış politikasının efsanesi Henry Kissinger da Biden'a Rusya ve Hindistan ile birlik olunması gerektiğini; her şeyi kazanmayı değil, durumu kurtarıp zaman kazanarak özellikle Hindistan ile ittifak yapmak suretiyle yeni bir sisteme önderlik edilmesini tavsiye etmiştir.

Hasılı Hindistan son derece haklı. ABD, Hindistan ve Çin'i birbirine sokup enerjilerini tüketerek en güçlü olarak yoluna devam etmek, her şeyi kazanmayı ve Amerikan hegemonyasının devamını istiyor. Fakat denklem Hindistan'ın istediği gibi kurulur da Hindistan+Rusya Çin'e karşı mücadeleye girişirse Hindistan'ın 21. yüzyılın yükselen süper gücü olma ihtimali çok yüksek. Rusya da bu gücün stratejik ortağı olmaya hazır.

Eh, işler böyle olunca da denklem bu defa ABD lehine bozuluyor. Çin'den kurtulayım derken Hindistan'ı başlarına bela etmek istemiyorlar.

Her ne kadar Pasifik ve Hint Okyanusu'nda birlikte hareket etseler de bu anlaşmazlık iki ülkenin arasında derinleşen bir ayrışmaya doğru gidiyor. Yazılım alanında dünyanın bir numaralı yeteneklerini yetiştiren Hindistan'ın ABD'de çalışan vatandaşlarının hızla ABD şirketlerinden kovulmaları bu ayrışmanın en önemli işareti.

Sonuç olarak, ABD Çin'e karşı Hindistan'ı ileri sürmeye çalışırken, Hindistan zokayı yutmayacağını, bu işe ancak Ruslarla girebileceğini işaret ediyor. Rusya bir yandan bu denklemin farkında olduğundan dünyaya kabadayılık yapmaya devam ederken diğer yandan Çin'e karşı Hindistan olmadan ayakta kalması mümkün olmadığından Hindistan-ABD arasındaki pazarlığı dikkatle takip ettiği gibi Ukrayna'yı ele geçirmeyi ve dolayısıyla Slav-Ortodoks nüfusu ile enerji kaynaklarını artırmayı planlıyor.

Tüm bunlar olurken de ABD "Kırk katır mı, kırk satır mı?" denkleminde kara kara düşünmeye devam ediyor.

Bütün bunları düşündüğümüzde de karşımıza çok açık bir tablo çıkıyor: Ortalıkta bu kadar kabadayının birbirini yıkmaya fırsat kolladığı bir mekânda çatışma olasılığı her geçen gün daha da artıyor...