Otuz beş yaş altı olanlar kolay kolay hatırlayamaz. Türkiye’nin bir zamanlar yaşadığı krizler sebebiyle bankalar çok ciddi zararlar görmüştü. Şimdilerde Amerika ve Avrupa’da yaşanan bankacılık krizleri bazı anıları tazelememize neden oldu. Bu vesile ile bugün biraz geriye gitmek, bazı şeyleri hatırlamak, hatırlatmak ve o günlerden habersiz olanlara hatıralarımızı anlatmak istiyorum. Süreç biraz uzun olduğundan haliyle yazımızın hacmi de biraz fazla olacak. Bu nedenle üç parçalı bir yazı dizisi olarak tarihi kayıtları sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Takvimleri 1980’li yıllara kadar geriye götürmemiz gerekiyor. Rahmetli Özal’a kadar siyasi sebepler ve askeri darbelerden ötürü dünyaya ve dolayısıyla finansal gelişmelere kapalı yaşayan (Özal zamanına kadar ülkemizde bırakın ekonomi dergilerini, gazetelerin ekonomi sayfaları bile yoktu.) Türkiye ancak ANAP Hükümetleri  döneminde dünya ile bankacılık alanında entegrasyonlara başlayabilmiş, fakat gerek sermayeyi elinde tutan ve ülkenin kaderine yön veren sınıfın ekonomik aktiviteleri sadece kendi ellerinde tutma güdüsü gerekse finansal okuryazarlığımızın çok düşük olmasından ötürü beklenen gelişimler sağlanamamış, hatta bu dönemde hassasiyetlerden ötürü yastık altında kalan yatırımların özel finans kurumları ile ekonomiye sokulması planları Özal hükümetleri sonrası aynı güdülerle boğulmaya çalışılmış, Anadolu insanının sermaye ile ilişki ve ilişiğinin kurulmaması adına birtakım güç odakları tarafından bankacılık sadece belli bir kesime hizmet eden, belli bir kesimin kendi finansal manevraları için halkın tasarruflarını da kullanmaya yarayan, gerektiğinde içi boşaltılıp sorumsuzca terk edilen, istikrarsız ve ciddi problemler barındıran bir alan haline gelmiştir.

 

 ANAP hükümetlerinin yerini seksen darbesi öncesindeki aktörlerin oluşturduğu hükümetlerin almasıyla; yeniden eski istikamet rayına oturan Türkiye, geçmiş dönemlerde olduğu gibi vizyon sahibi atılımcı kimliğini bir yana bırakıp, ekonomide yine devleti fonlayıp faiz geliri elde eden, bu vesile ile güç odaklarını besleyip semirten, kapalı devre sermaye kastını yaşatan kılığına tekrar bürünüp, reel ekonomiyi, büyümeyi, kaynakların tüm topluma dağılmasını umursamadan kriz üretmekten ve soyguna sebebiyet vermekten başka bir çıktısı olmayan kötü ekonomi ve bankacılık modeline geri dönmüş oluyordu.

 

Kamu borçlanma ihtiyacının faizlere baskısından ötürü ülke içindeki faizlerle yurtdışı borçlanma faizleri arasındaki muazzam fark yurtdışından düşük faizlerle kaynak sağlayıp bu kaynakları devlet iç borçlanma senetlerine yatıranları kelimenin tam anlamıyla “Karun” gibi zengin ediyor, ülkenin büyümesi, gelişmesi ve toplumun refahının artması için kullanılması gereken paralar, halkın cebinden çıkan vergilerin banka sahiplerinin kasalarına akması için kurulan bu düzenekle hortumlanıyordu. Hiçbir şey üretmeyen bu arbitraj bankacılığı ile milyarlarca dolar, koalisyon hükümetlerince adeta yoldan geçene verilen bankacılık lisansları sayesinde patronların ve tabi ki bu işlere ön ayak olanların kasalarına doluyordu.

 

1993 yılı sonunda hükümet, o güne kadar takip ettiği düşük kur-yüksek faiz politikasını terk edip, ikisini birden aşağı çekmek isteyip hazine bonosu ve devlet tahvili ihalelerini iptal etmeye başlayınca Hazine’nin finansman gereksinimi hususunda tek kaynak TCMB’nin kısa vadeli avansları kaldı. Hazine bonosu reel getirilerinin 1994 yılı başlarında negatife dönmesi ve sık sık ihale iptallerinin gerçekleşmesi nedeniyle oluşan tedirginlikle likidite fazlasının döviz alımlarına yönelmesine bankalardaki döviz hesaplarının TL’ye çevrileceği söylentisinin eklenmesi Nisan 1994’e gelindiğinde ciddi bir krize neden oldu. Bir nevi “bankalara hücum” operasyonuna dönen bu olay neticesinde yılbaşında 15.000 TL seviyesinde olan dolar kuru, 5 Nisan’da 23.032 TL’ye, 6 Nisan’da 31.989 TL’ye ve 7 Nisan’da da 39.853 TL’ye yükseldi. Fakat tarihleri buraya kadar geri getirmemize neden olan asıl mesele yani mevduat sigortası üst sınırının değişimi de bu dönemde gerçekleşti. 50 milyon TL’den, 100 milyon TL’ye, bir süre sonra da 100 milyon TL’den de 150 milyon TL’ye çıkarılmıştır.

 

Marmarabank, TYT Bank ve İmpexbank ile Türk Invest, Çarmen ve Pasifik gibi kurumların iflası üzere 1994 yılında bankacılık sisteminin toplam aktifleri 68.6 milyar dolardan 51.6 milyar dolara, özkaynakları ise 6.6 milyar dolardan 4.3 milyar dolara gerileyince ortaya çıkan bu devasa kriz ancak 1995’te mevduat sigortasının %100’e çıkartılması ve bu sayede güven bunalımının sonlandırılmasıyla önlenebildi ki bu olay aslında bir sonraki krizin çok saha büyük olmasına sebebiyet verdi. (Bugün ABD’deki bankacılık sisteminde ortaya çıkan iflasları durdurmak için aynı yöntemin uygulanması tartışılmakta. İlerleyen paragraflarda bunun ne denli büyük bir tehlike içerdiğini hep beraber göreceğiz.)

 

Evet, %100 garantiyi kapan ve birkaçı haricinde reel ekonomiye hiçbir katkıları olmadan kurucu patronlarının açık-gizli firmalarını halkın birikimleri ile fonlamanın yanında iç borçlanma senetleriyle servetlerine servet katan, herhangi bir kamu yararı gözetmeyi bırakın, çevirdikleri operasyonlar ortaya çıkınca devlete ve millete akıl almaz zararlar verdikleri ortaya çıkan bankalar devlet garantisi ile karşılayamayacakları kadar yüksek faizlerle döviz ve TL toplamaya başladılar. Yani eğer batarlarsa “bankalardaki her şeyin sigortacısı devlet, batana kadar ortaya çıkacak her türlü kârın sahibi patron” denkleminde sürdürülemez ve istismar edilmemesi imkânsız olan bir sistem oluşturuldu.

 

Arka arkaya kurulup yıkılan hükümetler, istikrarsızlık, toplumsal problemler, terör Asya ve Rusya Krizi gibi etkenlerle olumsuz etkilenen ekonomi, hayata geçirilemeyen yapısal düzenlemeler, gittikçe büyüyen kamu açıkları, açıkların tahvil ihracı ile bankalarca finansmanını ve bankaların açık pozisyonlarında muazzam artışların meydana gelmesi tam olarak fasit bir daire oluşturdu, bankacılık sistemi son derece hassaslaştı. 1997’de Türkbank’ın, 1998’de de İnterbank ve Bank Ekspres bu yükü taşıyamayıp milyarlarca dolar zarara sebep olup TMSF’ye ilk devredilen bankalar oldu.

 

Rusya Krizi hem reel sektör hem de finans sektörünü kötü etkiledi. 6 hafta gibi kısa bir sürede 6 milyar dolar tutarında yabancı finansal yatırım Türkiye’den çıktı. 1999 yılı başlarında Brezilya’da yaşanan kriz de zaten zorda olan bankaların yurtdışından borçlanma alanlarını daralttı. 1999 yılına gelindiğinde bu defa Yaşarbank, Esbank, Egebank, Sümerbank ve Yurtbank milyarlarca dolar zararla sahayı terk etti.

 

Evet, buraya kadar bile baş döndürücü birçok sıra dışı tarihsel olaya değindik. Bir sonraki yazımda yolculuğumuza 57. Hükümet zamanında yaşanan krizlerle devam edeceğiz.

 

Selam ve dua ile…