Aslında ne kadar zor şey bu yaşamak dedikleri… Üstad “yaşamak yaralanmaktır” diyor. Doğru da söylüyor. Bütün bir ömrü hülasa ediyor bir cümle ile. Yaralandıkça büyüyor insan, yaralandıkça yaşamayı anlıyor, yaşayamıyor belki ama anlıyor. Ve ne tuhaf! Bütün yaralar yaramı sarar sandıklarının elinden geliyor.

Biz ahir zamanda geldik bu âleme kâri. Ahir zamanın çocuklarıyız biz. Bir yanımız hep eksik ve yaralı her zaman sinemiz. Sen de yaralarını kendisi saranlardansın biliyorum. Öyle değilse de öyle vehmediyorum. Ve bence en büyük yara anlaşılamıyor olmak… Ve hatta bizim vaktimizin en dermansız hastalığı anlaşılamamaktır. Hani diyorlar ya “ölünce anlarlar” diye “ölür gibi yaşarsın ve ölür gibi yazarsın ama ölünce anlarlar.” Anlamasınlar kardeşim, yaşarken ve yazarken ve onca derdi bir sinede taşırken, o yükün altında ezilirken dönüp de yüzüne bakmayanlar, bir omuz vermeyenler, yere düştüğünde merhamet etmeyenler, yapayalnız yürürken yanında yürümeyenler; ölünce, gidince ve düşünce anlayacaklarsa, hiç anlamasınlar.

Hatta bir de şu var, yaralanmak ya madem yaşamak, en büyük yaralar uzaktan atılan hançerle değil yakınından sinene saplananlarla geliyor. Öldürmüyor ama ölmek için yalvaracak oluyorsun. Yaralanan da sen oluyorsun yani, yaralayan da. Kızamıyorsun sana bu denli bir derdi reva görene.  İçini bu denli fazla acıtana ses etmiyorsun. “Benden, benim canımdan” diyorsun ama anlamıyorlar işte. Ve acımıyorlar. İnan ki hiç acımıyorlar. Ne seni, ne derdini, ne derdinin dermanını bir tek an olsun anlamıyorlar.

Zira onlar da senin gibi, senden belki ama seninle aynı dünyadan değiller kâri. Dünyalarınız bambaşka. Sen ardında bir hoş sadâ bırakabilmek için, şerefli bir isimle bu âlemden göçebilmek için, yaşamak için değil yaşatmak için belki de bir derdi, bütün bir dünyadan vazgeçer de kendini sırladığın bir hücreye benzeyen odada ömür tüketirken onlar, en yakınında olanlar seni hiç anlamazlar. Yapayalnız kalırsın. Hatta daha sarih haliyle söyleyeyim; kimsesiz kalırsın. Ve inan dertli olmanın da, bir hayale inanmanın da bedeli yalnız –kalmaktır demiyorum- bırakılmaktır.

Yalnızlık, anlaşılamamaktır kâri. Bir kişi olsa da derdini anlayan birini bulmuş insanlara her vakit hayran oldum ben. Zira ölse de keder değil, düşse de, gitse de… Zira biri vardır diye bilir. Ve inan dünyada var olmak işte seni anlayan, derdini anlayan, sen ağladığında gelip de gözünden yaşını silen değil, oturup da ağlayan bir kişiyi bulmak içindir belki de. Ve seni anlayan birini bulamamışsan yaşamamışsındır.  İşte tam da bunun için yalnızlık anlaşılamamaktır.

Ezcümle, kendinden büyük bir davan varsa dünyada, ya da kendine kurduğun bir dünya varsa bırak ömür geçsin de tükensin. Dert değil inan ki. Zira insan ölür, dava ölmez. Ölümden daha fazla acı veren ölümler var yani. Ve sen yolunda yürürken önüne en büyük engelleri koyanlar da en yakınında olanlardır inan. Gönlünde bir yer verdiğin insanlar varsa bil ki gönlün elbet kırılacaktır, gönlünü onlara vermekle kırmalarına müsaade etmişsindir. Ve o kırıklara kimse de dönüp bakmayacaktır.

Ve şöyle insanlar vardır halen dahi dünyada; bir dertleri vardır, yalnızlardır ve anlaşılamamışlardır. Kimse anlamasa da gece ve gündüz bir hayalle dolaşırlar ve onlar yaşamazlar belki ama yaşlanırlar…