Riyakârların, münafık karakterlerin kendilerini saklama kapasiteleri, sahip oldukları formasyona bağlı olarak değişse de bazı durumlar karşısında bütün formasyonlarını yitirdiklerini çok açık olarak müşahede ediyoruz.

Bu, sadece içeride değil, uluslararası zeminde de böyle devam ediyor maalesef.

İnsan hakları savunucusu, özgürlük savaşçısı, terör karşıtı, yeşil dostu, şiddet düşmanı gibi görüntü vermeye çalışan o riyakârların maskesini, bir anda yer çekiminin emrine veren hadiselerden bahsediyorum.

Son zamanlarda da ne çok maske düştü değil mi?

Evet, çünkü “politik tartışmalar maskeleri düşürür” diye çok temel bir hakikat var da ondan.

Tıpkı şu malum platformun, Atatürk ile ilgili kararına gıkını bile çıkaramayanların, liseli genci linç etmesindeki gibi.

Evet, yapılan doğrudur demiyor kimse.

Lakin birine saldırıp diğerine sessiz sinema oynamanın sebebi de çok açık değil mi?

“Hükümdara hükmeden çıkarlar” o zayıfa küheylan kesilmenin turnusolu olmadı mı?

Yeşil için sokağa dökülenlere, İBB’nin katlettiği yüzlerce çınar da öyle bir etki yapmamış mıydı?

Şimdi de Karabağ asıl sahiplerine dönünce “özgürlük savaşçısı” olduğunu iddia edenlerin maskeleri bir bir düşüyor.

Ağlayanı mı ararsınız, ağıt yakanı mı bilemem.

Ama her türden serenatla karşımızda arzıendam ediyorlar.

Peki, bu ağıtçılar Hocalı’da yaşanan soykırım için tek bir kelime edebilmiş mi ya da Ermenilerin bu topraklarda yaptığı zulümler için?

Elbette hayır.

ABD’li heyet bile apar topar kalkıp işgal ettikleri bölgeden çekilen Ermeniler için Azerbaycan’a gelmiş.

İyi de Minsk üçlüsü olarak -ABD, Fransa ve Rusya- 1992’den bu yana ne yaptınız?

Kaldı ki bugün yaşanan şey bir hakkın geri alınmasından ibaret olmasına rağmen, bölgeden ayrılan Ermenilere gösterilen merhamettir.

İkram edilen yiyecek ve sağlanan güvenliktir.

Peki neye rağmen bu yüce gönüllülük sergileniyor?

Ermeni güçlerinin 1992 yılının 25 Şubat'ı 26 Şubat'a bağlayan gecede bölgedeki Sovyet ordusuna ait 366. Alay’ın da desteği ile önce giriş ve çıkışı kapatılan Hocalı kasabasında, 83 çocuk, 106 kadın ve 70'ten fazla yaşlı dâhil olmak üzere toplam 613 masum insan öldürülmüş, toplam 487 kişi ağır yaralanmış ve bin 275 kişi de rehin alınmış olmasına rağmen.

Dahası 150 kişinin kaybolmasına, cesetlerin birçoğunun yakılıp gözlerinin oyulmasına ve başlarının kesilmesine rağmen.

Şimdi sormak gerekmez mi bu maskeleri düşmüş riyakârlara: “Size bunca acıyı yaşatanlara karşı bu kadar alicenap olabilir miydiniz?

Hiç sanmıyorum.

Zira bunun da onlarca örneği var.

Bugün Karabağ’da yaşananlar bana göre 1915’te yaşananların bir simülasyonudur.

İncelediğim binlerce belgenin gösterdiği de budur.

Ermenilerin Taşmağazalar’a doldurarak katlettiği yüzlerce Bayburtlunun acılı bir hemşehrisi olarak da inandığım budur.

Osmanlı o gün de tıpkı Azebaycanlı kardeşleri gibi kendilerini canice katledenleri, kanun ve nizam içinde emniyetlerini sağlayarak yine kendi topraklarında, başka yerlere götürmüş ve her türlü desteğini de vermeye çalışmıştır.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığının yayınladığı, “Ermeni Sevk ve İskânının Yasal Dayanakları 1876-1935” isimli çalışmadan da bütün bu sürecin izi takip edilebilir.    

Savaş koşullarına, kıtlığa ve uğradıkları ihanete rağmen gösterilen merhamet, riyakârlar tarafından hep göz ardı edildi.

Tehcir sırasında yaşanan bazı aksaklıklar sebebiyle açılan davalarda bin 673 kişi tutuklanmış ve birçok idam kararı verilmiştir.

Hatta bu yargılamalarda haksızlığa uğradığı artık şüphesiz olan ve idam edilen sembol şahsiyet Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey de vardır.

Ey ağıt yakan riyakârlar!

Zerre kadar vicdanınız varsa Kemal Bey’in hikâyesini okuyun.

Hocalı’yı ve Anadolu’da yaşananları okuyun.

Bakalım ağıtlar kime yakılmalıdır.

Haydi, şu kurumuş vicdanınız buna ne diyecek şimdi…