Biz annemle hep böyleydik

Ben yemekten soğanları ayıklar yerdim

O, attığım soğanları…

Ben közde pişmiş mısırın ortalarını götürür

O, kenarda kıyısında kalanları

Ben romanları okurdum bir oturuşta

Ona, anlattığım özetleriyle yetinmek düşerdi

her şeyin ‘en’leri, hep benim hakkımdı

biz annemle

hep böyleydik…

***

biz annemle

iki yakın arkadaş gibiydik

gibisi fazla,

etle tırnaktık

birlikte mezun olduk okul sıralarından

imece usulüydü görev dağılımımız

bulaşıkları yıkamak ona; diplomaları almak bana

evi temizlemek ona; takdirler bana,

karda kışta form kuyruklarında beklemek ona,

övgüler hep banaydı,

bana

onun yanına kalan sadece

yüzüme baktıkça

mutlu olmaktı…

***

ikimizden biri bir yere gitse

özleyen hep o olurdu

ne zaman dönecek diye

yolları gözlenen ben

merak; onun aklının ucunda dolaşan şeyin adıydı

öksürsem şöyle ciğerden, kalbi pır pır atardı

hastalık selam verse

sabahı şaşırırdı

o annemdi benim

yaşlansam da

ona bi şey olmazdı

***

birbirimizle tersleşirdik bazen

son sözü söyleyen ben olurdum

can acıtan, yakan yıkan, yaralayan

son noktayı koyan

daima.

öyle ya bu benim hayatımdı

‘ben’ diye biriydi, sonuçta yaşatılan…

kimin içindi bunca emek?

bu yüzden hep benim fikirlerimdi

yattığı yerde savaşlardan galip çıkan

kaybetmeme korkusu hep onun yanına kalandı

çırpınan,

deli gibi!

bu yüzden küslük nedir,

kin nedir hiç bilmedim ben

tepkilere gerek olmazdı ki

gelen hep o olurdu çünkü,

özür;

hep onun boynunun borcuydu!…

***

bizimkisi bir oyundu sanki

sır veren tarafı ben oynardım,

o sürekli tutan!

ben küçük hediyelerle şımartılandım

o kalbime müjdeler yayan

mutlu edilecekse biri

yüzü güldürülecekse

adres hiç şaşmazdı

bu masalın pamuk prensesi

kahramanı baştan belliydi

annemse sade bir figür

yalnızca bir kül kedisi…

onun saadeti

benimkinin başladığı yerde biterdi

***

ben annemin ‘merhamet’ tedrisinde yetiştim

rollerimizdi beni hayata hazırlayan

bir kez olsun değişmedi:

hataları işleyen, korkan, ağlayan, kaçan

o kucak hiç kapanmazdı

bilirdim

kapısında her seferinde benim için

bir yudum şefkati hep eylerdi

kızdığı zamanlarda bile

sevgili günlerden kalan!

ne zaman, ihtiyaç duysam…

o yüzden hiç bilmedim

tenezzül etmek nedir 

alttan almak ne

kayrılan bendim çünkü

yemeğin salçalı yanı

çayın demi

kahvenin telvesiydim ben

dayanamayan o,

kendini hayattan ayıklayan.

biz annemle hep böyleydik

bu dostlukta o hep

en çok sevendi,

bense kendine Müslüman!

***

biz annemle hep böyleydik

bir çiçek,

bir boynu bükük sarılış,

bir hıçkırık şöyle içten

gözü yerlerde, utanan bir bakış

yeterdi teslim bayraklarını sallamaya

her şey aslında öylesine netti ki:

‘ben’ annemde ‘can’ demekti,

denk de değil, tam tamına o kadar da eşitti

‘annem’ bendeyse

‘dalımdan kopana kadar’dı

biz annemle böyleydik

o verici; ben alıcı

yıllarca bu saat hiç bozulmadı

bi kez olsun

keyfinin kahyası hiç etmedi isyan

o, bu dostluğun ‘insan’ kalan yanıydı,

ben ise menfaat kokan…

ben sevmeyi

annemden öğrendim!

karşılıksız,

katıksız,

içten ve doyasıya…

tüm benliğimle

yüreğimin tam ortasından…

tepeden tırnağa

sırılsıklam