Uzun cümleler kurmaya gerek yok…

1923’ten bu yana aynı nakaratı söylüyor Türk siyasetinin belli bir kesimi.

Tek farkla; zaman zaman özne değişiyor.

Peki ne değişiyor başka? Hiçbir şey…

“Ama” diye başlayan itiraz seslerinin yükseldiğini duyuyorum: “1923’ten 1950’ ye kadar…” Evet, 1923’ten 1050’ye kadar tek başına iktidar oldu; kabul… Ama ‘tek başına’… Çünkü ‘tek’ti. O yüzden tek başına iktidar oldu.

Dostunu yakın tuttu yıllarca, düşmanını daha yakın…

Çukurdaki yılları yeniden hatırla(t)maya gerek var mı?

“İnsan ancak çukurda rahat eder” sözünü yanlış anladılar yıllarca, o yüzden çukura gömdüler memleketi. Oysa çukur aynı zamanda, “bir kimseyi yıkıma götürecek bir düzen hazırlamak”tı; tam da bunu yaptılar.

Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir dizesi (teşmil): “Çukurunu kendi elinle kaz.”

Eh, yani bir asır geçmiş ve sen hâlâ ilk günkü çukurda debeleniyorsan, kendi çukurunu da kazmış oluyorsun.

Şimdi de el birliği ile bu çukuru doldurmak için yarışıyorlar büyük bir şaşkınlık içinde…

1950’den sonraki CHP, kitlelere sanki ‘zorunlu bir saçmalık’ olarak dayatılmış gibidir.

Bakınız: Son Beştepe ajitasyonu!

CHP, Cumhuriyetin ilk yasal siyasi partisi.

9 Eylül 1923’te Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin devamı olarak, bizzat Atatürk tarafından kuruldu. Başka partilerin doğmasına, hayat bulmasına izin verilmemiştir. Partinin ortaya çıkış şartları ile güncel dünya siyaseti arasında bugün herhangi bir bağlantı kalmamıştır. Son 60 yıllık geçmişine bakıldığında bu açıkça görülmektedir. Son yerel seçimlerde birkaç büyükşehir, birkaç ilçe alındı filan diye bu gerçek değişmemiştir.

Devlet partisinden halkın partisine geçmek için mücadele etse de (bir avuç seçkinin) düzen partisi olmanın ötesine geçememiştir.

Şimdi burada…

Tersinden bir CHP güzellemesi yaptığım sonucu çıkabilir; asla ve hâşâ!

İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve aradaki isimler…

Çekirdeğini ‘demokratik statükoculuğun’ oluşturduğu partinin otel ve yalı pazarlıkları, garaj ve kaset operasyonları ile nasıl dizayn edildiğini birazcık yakın tarih bilgisine sahip herkes çok iyi hatırlar.

Burada birkaç soru soralım:

CHP, tam bağımsızlığı savunur mu? Yoksa bu politika Atatürk’ün, 3. CHP Kurultayı’ndaki açılış konuşmasının ardından derin dondurucuya mı kaldırılmıştır?

Türkiye’nin NATO’ya giriş vizesinin altındaki ilk imza kime aittir?

ABD ile ilk bütünleşme politikalarını kim desteklemiştir? Bla bla bla…

Özel televizyonlardan birinde ‘Çukur’ diye bir dizi yayınlanıyor.

Hadi teşbih olsun; biraz CHP ile özdeşleştiriyorum.

Tamam, CHP, Cumhuriyet’in partisidir. Kendilerine elitist etiketi yapıştıran bir avuç burjuvanın partisidir. Naif, amorf ablaların ve abilerin partisidir… Beli silahlı, dili küfürlüler (“Susturun şu kadını!” sayılmazsa eğer) partisi değildir. İslamcısı, Kürtçüsü, Türkçüsü… Tutunamayan kifayetsiz muhterislerin partisidir. Ama yine de Çukur’a benzetiyorum, ne yapayım.

Hatta hâlâ evrimini tamamlamamış ‘ütopistik’ bir siyasal hareket!

CHP’yi evi bilenlerce, türlü komplolar marifetiyle liderlik koltuğuna oturtulan ‘Kemal baba’dan vazgeçilemeyecek gibi görünüyor. Görünmüyor, böyle olması için çirkin bir katakulli çevriliyor. Tezgâh çöküyor ama partiyi evi bilenler iflah olmaz biçimde yakalandıkları ‘Stockholm Sendromu’ndan çıkamıyor.

Ne diyelim; çukurunuz mübarek olsun.