Anayasa değişikliklerine yöneltilen en önemli eleştirilerden birisi, bu değişikliklerle Başkan’a verilen yetkilerin ülkeyi otokrasiye götüreceği ve demokrasiden biraz daha uzaklaşılacağı yönünde.

“Hayır”cılar işi biraz daha ileri götürüyor ve bir Başkan değil Padişah seçeceğimizden dem vuruyor. Uzun zamandır kullandıkları “Saray”, “Hitler de seçimle gelmişti” vs. türü söylemlere eklemlenen “Padişah” nitelemesiyle seçmenlerin bilinçaltına “90 yıllık kazanımlar yok oluyor Osmanlı’ya dönüyoruz” algısı pompalanıyor. Batı’da yayınlanan karikatürlerde Erdoğan’ın hep padişah kıyafetiyle resmedilmesi de bu operasyonun bir parçası.

İşin hazin yanı bu propagandalar “Evet” oyu kullanmayı düşünen kesimde de karşılık buluyor. Tam tersi bir düşünceyle süreci gerçekten Osmanlı’ya dönüş zannederek bundan hoşnut olan bazıları da “Osmanlı’ya dönüş için Evet” tarzı bir kampanya yürütüyor.

Aslında, referandumdan da geçerse karşılaşacağımız durumun bu söylenenlerle bir ilgisi yok. Zaten mükemmel bir demokratik sisteme sahip değiliz ve gelecek sistem de geriye gidiş değil tam aksine demokratikleşmeye katkı bakımından önemli açılımlar sunacak.

Şöyle; demokrasinin olmazsa olmazlarından birisi temsilde adalettir. Mevcut sistemde seçimlerde nispi temsil usulü uygulanıyor. En çok oyu alan partiye önemli avantajlar sağlayan bu sistemde bir seçim bölgesinde milletvekili dağılımı hesaplanırken, her partinin aldığı oy önce ikiye, sonra içe, dörde, beşe bölünerek yazılıyor. Ortaya çıkan tablodan, o bölgeden kaç vekil çıkacaksa, o sayıda rakam en büyükten başlanarak işaretleniyor ve o rakamlar hangi partiye aitse o partiler vekil çıkarmış oluyorlar.

Böylece birinci gelen parti aldığı oy oranının üzerinde bir oranla vekile sahip oluyor. Meclis’te salt çoğunluğu elde etmek için %50 oy gerekmiyor, %35 oyla bile çoğunluk sağlanabiliyor. Büyük partilere ayrıcalık tanıyan bu sistem, dünyanın birçok ülkesinde istikrarı muhafaza adına uygulanıyor. Hatta sürekli koalisyonlarla yönetilen Belçika, İtalya gibi ülkelerde tek başına iktidar için %30’un altında dahi oyu yeterli kılacak düzenlemeler yapılıyor.

“İstikrar mı, adalet mi?” dilemmasında istikrardan yana tavır gösteren bu durum, bazı partilerin iktidara gelme olasılıklarının sıfır olması sebebiyle temsil ettikleri kesimlerin umutsuzluğa düşerek gayrimeşru yollara tevessül etmeleri sonucunu doğuruyor. Teröre ve darbelere desteği bir de bu açıdan okumak lazım.

Şimdi, gelecek olan sistemde başkanın partisinin %45 civarında oy alarak Meclis çoğunluğunu sağladığını, başkanın da %65’le seçildiğini düşünelim. Yürütmeye verilen %20’lik ilave oyun başkan tarafından görmezlikten gelinmesi mümkün değildir. Başkan başarılı bir yönetim göstermeyi ve yeniden seçilmeyi hedefliyorsa kendi partisi dışında kalan kesimlere yönetimde yer vermeye ve bu kesimlerin taleplerini daima göz önünde bulundurmaya mecburdur.

İyi de “Başkan böyle davranmaz ve partizanlık yaparsa” itirazına cevabım şudur: Böyle davranırsa bir sonraki seçimde o oranlarını asla bulamaz ve halk adil davranacak bir adayı seçer.

Bence yasama ile yürütmenin ayrılarak iki farklı seçimle tayin edilecek olması, kendisini dışlanmış gören kesimlere bir kanal açma sonucunu beraberinde getirecek ve temsilde adalet bakımından mevcut sistemin zafiyetini onarıcı bir demokratikleşme adımı olarak iyice artan toplumsal stresi giderme işlevi görecektir.

Ne dersiniz, mesela Kürt meselesi, Alevi sorunu gibi kadim problemlerimiz başkanlık sisteminde çözülür mü?

Bence evet.

“EVET” için onlarca sebeple birlikte demokratikleşmeye sağlayacağı katkı bakımından da “EVET…”