Doyumsuzluk şehveti…Daha fazla kazanç açlığı, daha fazla dibe batış ve insanlıktan ayrılıştır. Çiğ bir ahlak ile doğrunun bekçiliğini yapan dünya sevicilerinde ne gurur vardır ne de huzur.

Düşküne eziyet etmek, çalışana hakkını vermemek, yakınlarını ve çevresini kendine bağımlı hale getirerek söz hakkını bitirmek, özetle “kul hakkına girmek “açgözlü sistemin kaba kalıbı yani doyumsuzluktur. Modernleşme hikâyesi, özenti ve yetinmemeyi tetikleyerek ihtiyaç fazlasını arzulatır. Sinema, dizi, reklam, panolar, AVM afişleri lükse yatırım yapmaya davet ediyor. Halk imkânı zorluyor, sistem kazanıyor. Bilinçsiz tüketime teşvik için, doğum günlerine bankalardan gelen mesajlar, özel günlerde hediye seçenekleri, az bütçe ile tatil davetiyeleri doyumsuzluğu besleyen ana öğelerdir. Kazanç sistemi, tüketim endeksli programlar yüklüyor topluma. “Filancanın var benim de olmalı” diye yetersiz bütçe ile ego yarışı başlıyor. Kanaat duygusu deforme olunca da aile, akrabalık, dostluk, kardeşlik kalmıyor ortada. Hissizliğe layık olmak, insanı altüst etmeye yetiyor!

Gösteriş ile tükenmek sefalet olsa gerek. Dün bir çeşit yemeği bulamayanlar bugün serpme kahvaltı selfie’lerini yarıştırıyor. Servis tabakları, kaşık- çatal desenleri, perde- koltuk modelleri, araba markları, cep telefonları belirliyor insanın kalitesini. Bu nasıl bir yozlaşma. Bu nasıl sefillik böyle. Biz karnına açlıktan taş bağlayan, hurma ile iftar yapan bir Peygamberin ümmetiyiz. Yemek sayısı çoğaldı ama insanlar yine doymuyor. Çocuklarda yok yok! Sürekli kaşık sokuluyor çocukların ağzına. İstedikleri olmayınca en küçük şeye ağlıyorlar. Tabiri caizse “toplum ne gördüm delisi” olmuş gibi. Aç gözlülük, başkasını ezme, gurur, kibir, haksız kazanç, emek hırsızlığının itibar görmesi vahamet değil mi? İnsanı dibe çeken, ahlak fakiri yapan ucuz yaşamın allanıp pullanıp konfor adı altına pazarlanması, düşünen insan için trajikomik bir hal. İtibarsızlığın alkışlanması bitmiş bir ahlaki yapının resmidir.

Şuur, bilinç, istikrar bunlar eskidi artık! Kazanç, etiket, lüks yaşam insan hayatının ana hattı oldu. “kula, kul olma, modernizm hastalığı türedi. Onurlu duruşa zaman yok. Her şey hızla akıyor. Tüketime entegre olabilmek için geleneksel çizgi dışlanıyor. Hiçbir şey aslına benzemiyor, yerinde duran her şeyi kurcalıyoruz.

Dağlara, taşlara, ağaçlara dahi şekil veriyoruz. Doğallık algımız anormal derecede değişti. Kimsenin profil resmi kendine benzemiyor. Ne kadar yapmacık, ne kadar asla ters olursak o kadar keyifli oluyoruz. Doymuyor insanoğlu bedenine de müdahale ediyor. Genç yaşta estetik kaygısı taşıyor çocuklar. Beden sevici, maddeci zihniyetin zehri ile mayalanıyor insanlık. Bir ağacın topraktan sökülmesi gibi tutunduğumuz şeyler, kalbimizden öyle sökülüyor. Kökleri içimize işlemiş değerler haritasının içi öyle hızlı boşaltılıyor ki, yaramız ile konuşamıyoruz bile. İletişimler, çıkar ilişkisine göre ayarlanıyor artık. İnsanın, insanı yem olarak gördüğü bu düzene samimiyet yabancı bir kelime. Menfaat köleliğine doymuyoruz. Bugünün penceresine İbrahim Tenekeci’nin şu sözlerini bırakıyorum: Allah’a bizleri ölümle tedavi ettiği için şükretmeliyiz. Yoksa hepimiz hırs kanseri olurduk.”