Kavramları bağlamından kopardığımızda ya da var olanı atıp yerine ithal veya uydurma bir kelime ürettiğimizde felaketi bekleyelim.

Köklü bir medeniyetin temsilcileri olarak yüzlerce yıl kullandığımız kavramları bir kenara bırakıp başkalarını taklit etmeye başlayınca ne bülbül olabildik ne de karga. O yüzden bir türlü belimizi doğrultamıyoruz.

Kavramlarla oynamak bir binanın çatısını havaya uçurmak gibidir. Çatısı olmayan bina yağmura, fırtınaya dayanamayıp çökecektir. Bir medeniyeti, kültürü çökertmenin en kolay kestirme yolu da kavramlarını yok etmekten geçer.

Eğitim, öğretim, talim ve terbiye kavramları maalesef birbirine karışmış durumdadır. O nedenle yoğun bir kafa karışıklığı yaşıyoruz. Ne tam eğitebiliyoruz ne de tam öğretebiliyoruz. Talim terbiye hak getire… Sadece bizim mi? Dünyanın kafası karışık.

Eğitim ve öğretim için özgür bir ortam sağlamak için büyük gayret sarf ediliyor. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) eğitim için altyapı sorunu çözerek herkesin eğitime ulaşma fırsat eşitliğini sağladı. Ancak mesele burada bitmiyor, buradan başlıyor. Can yakıcı soru: Nasıl bir eğitim-öğretim? meselesinde düğümleniyor.

Bir tarafta dünyanın bu konuda yaşadığı tecrübeden istifade ederken, teknolojiye bağlı değişimleri de yönetmek zorundayız. Diğer taraftan bir medeniyetin mensupları olarak kendi değer dünyamıza uygun nesiller yetiştirme arzusundayız.

Yüzyılların birikimini ve geleneğini teknolojik değişimler geçersiz kılarken, bozulan sistemin yerine neyi koyacağımızı bilmiyoruz. Her şey hızlı değişiyor, eski yok olurken yeninin ne getireceğini bilmiyoruz.

Belki müktesebatı bir kenarda tutup her şeye sıfırdan başlıyormuşçasına yoğun bir arayışın içine girilmesi gerekir. Herkesin değil, işin ehli olanların kafa yoracağı bir zemin olmalı ve çıkan sonuçlar kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Sanki bu iş, Talim Terbiye Kurulu’na düşer gibi geliyor bana. MEB, YÖK ve üniversiteler bu konuya daha fazla kafa yormalıdır. Yoksa başkalarının yaptıklarını sürekli taklit etmekle istenilen sonuç alınmıyor.

Mesleki eğitimle, akademik eğitimi yeniden gözden geçirmeliyiz. Üniversiteler bazı alanlar dışında mesleki eğitim veren kurumlar olamaz. Mesleki eğitime çocukların yeteneklerinin tespit edileceği ilkokul çağlarında başlanmalıdır. Teknolojik gelişmeler bu ölçümleri kolaylaştırmıştır. Mümkünse bütün liseler meslek lisesi olmalıdır.

Eğitim gönül işi değil mecburiyet işidir. O da disiplin, kural ve kaide ister. Eğitimin ilk bölümünde maneviyat eğitimi de mutlaka olmalıdır. Haftada bir kere zorunlu ve seçmeli derslerle nesillere din eğitimi verilemez. Bu konu tartışma konusu veya tercih konusu olamaz.

Ülke nüfusumuzun yarısının eğitim ve öğretimle doğrudan ilgili olduğu bir ortamda eğitim sisteminin tartışılması kadar doğal bir şey olamaz. Aklı selimle her şeyi tartışabilmeliyiz. Eğitim süresinin yanı sıra ders süreleri de konuşulmalıdır. En çok üzerinde durulması gereken konu ders içerikleri olmalıdır.

İlk, orta ve yüksek eğitimin meseleleri bir bütün parçalarıdır. Dolayısıyla mesele bir bütün olarak ele alınmalıdır.

Şu soru da akıldan çıkarılmamalı: Bütün bu eğitim ve öğretimlerin sonucunda ahlaklı, insanlığa faydalı bir nesil ortaya çıkıyor mu? Çıkmıyorsa başa dönüp temel soruları yeniden sormalıyız.