Allah var.

Beğenirim Yılmaz’ın kalemini…

Kendine has üslubu, bıcırık, esprili dili, akıcılığı güzel…

Her ne kadar virgüle, noktaya pek dikkat etmese de…

Şak-mak yapıyor arada…

O güzel oluyor.

Bir de sokak ağzını ustalıkla yansıtıyor kalemine;

“Kardeşim, birader” falan.

Yiğidi öldür hakkını yeme!

Ancak bi’prüz var.

Her şey, şekilden ibaret değil tabi.

İçeriğine de bakmalı…

Etrafındaki şakşakçıların gazına geliyor ama yapacak bir şey yok.

Bakıyor ki…

Teşne olacağı gündem konusu kalmadı.

Şak!

İzmir’i yazıyor bizim oğlan.

“Kızı deniz, denizi kız kokan” diye dalınca mevzuya…

Anlıyorum ki, yine çilingir sofrasına oturmuş bu.

Aman masadan kalkarken sağa sola devrilme, düz yürü Yılmaz’ım.

Maazallah, trafiği de tehlikeye atma!

Taksi tut. Taksi bulamazsan Uber’e bin!

İçiyor miçiyor, pek bizi alakadar etmez tabi ama…

Çıktı geçenlerde televizyona;

Şak!

“Bu iktidar döneminde, törenlerde dans eden ponpon kızlar yasaklandı” dedi.

Biz Afrin’i, Mümbiç’i düşünürken, adamın dertlendiği meseleye bak…

“Ponpon kızlar”.

E abi, bu neyin kafası?

İlginç yani.

Ama ilginçlikleri bunlarla sınırlı değil!

Mesela bi’prüz daha vardı…

Hatırlayın, dört yıl önce;

301 şehit madencinin mezarı daha kurumamışken, çıktı televizyona…

Şak!

“Onlara müstahak” dedi.

Neye istinaden dedi kardeşim?

Ak Parti mitingine katıldıkları için.

Merak ediyorum;

CHP mitingine katılsalardı, ne menkıbeler dizerdi acaba?

İlginç!

2016’daki operasyonlar esnasında Diyarbakır/Sur’da şehit olan Üsteğmen Enes Demir’in hayatını yazdı güya…

Yok, rakı tokuştururdu, yok Hollandalı sevgilisi vardı falan…

Sallamış da sallamış bizimki.

Ailesi, bu satırları okuyunca bir daha kahroldu Enes komutanın.

Ulaştılar bizim Yılmaz’a;

“Bu yazının, oğlumuzla uzaktan yakından alakası yok, palavralarla dolu, derhal özür dile ve gazetenin internet sayfasından kaldır!”

Şak!

Başını öne eğip özür dileyeceği yerde, ne cevap verdi, biliyor musunuz?

“Dava yolu açık, gidin mahkemeye verin”.

E birader…

Yıllarca, şehitler üzerinden prim yapacağım diye hükümete çaktın, olmadı şehitlere iftiralar attın,  dalmadığın mesele kalmadı, maskeni kaldırdığında neler çıktı altından böyle?

Diyecek söz bulamıyorum.

Bitti mi?

Asla!

Kabahatleri, bunlarla da sınırlı değil.

Yaklaşık iki ay önce, Genelkurmay Başkanımıza hakaret varı cümleler sarf etti.

Düşünün, bu devletin Genelkurmay Başkanına, bir devlet büyüğüne hakaret, nedir yahu?

Bu ne terbiyesizliktir! Sen kimsin?

Şak!

Akabinde Hulusi komutan,hakaret davası açtı bizim Yılmaz’a.

Bakalım, nasıl neticelenecek…

Az iç Yılmaz’ım, az!

Çok kaçırma!

Ne zaman ki, “varlığıyla onur duyduğumuz” diye dalsa cümleye, “eyvah” diyorum.

“Yine kimi işlemiş acaba?”

Eminim ki, Doğanlar ekolünde yetişen bir kalem, asla “Muhsin Yazıcıoğlu” demeyecektir.

Ya da bir “Cemil Meriç, Turgut Özal, Necip Fazıl Kısakürek, Necmettin Erbakan veyahut Alparslan Türkeş” gibi isimleri kaleme almayacaktır.

Çünkü o’nun ve hempalarının varlığıyla onur duyduğu kişiler, daima seküler zihniyette olan kişilerdir.

Okuyanı bilir.

Yaklaşık üç yıl önce, kadınları anlatan bir kitap yazmıştı.

İnanır mısınız, bazı yerlerinde sinirden dudaklarımı ısırdım.

Çünkü kadın onurunu ayaklar altına alan, öyle mesnetsiz öyle ucuz cümleler sarf etmiş ki, aman Allah’ım!

Hiç unutmuyorum;

Bir sayfasında…

Travesti derneklerinin kapatılma davasını protesto etmiş, dava düşünce de “Yaşasın! Kapatılmadı” diye sevinç naraları atmıştı.

E birader…

O atar da, biz atamaz mıyız?

Bir nara da biz patlatırız herhalde;

“En büyük Yılmaz, bizim Yılmaz!”