Son dönemin en favori ismi “Tosun” lakaplı Mehmet Aydın…

Tamam, şu “Çiftlik Bank” meselesini temcit pilavı misali, ısıt ısıt önünüze sunma derdinde değilim ancak olay, vahim.

Ülkemizin, uluslararası imajı açısından vahim…

Kabul ediyorum, proje güzel.

Ama Tosun, şu zekâsını dürüstlüğe ve doğruluğa harcasaydı, “Çiftlik Bank” adını verdiği teşebbüsünü keşke vadettiği gibi evrensel pazara açsaydı, vallahi hayvancılıkta Hollanda’yı sollardı.

Ve kısa zamanda dünyaya ihraç eder, güzel kazanımlar elde ederdi.

E şimdi, n’oldu?

Ne o’na yar olacak o paralar, ne de şu maymun iştahlı millete…

Çok mu güzel oldu yani Uruguay medyasına, geçtim Uruguay’ı, Latin Amerika medyasına yansıyan rezilliği?

“Çiftlik Bank Ceo’su Uruguay’a kaçtı” yerine keşke, “Türk yatırımcı, Uruguay’da yeni pazar arayışında” veyahut “Türk bilim insanları, Uruguay’da yeni çalışmalar yürütecek” gibi haberler yayınlansaydı, ne forsumuz olurdu ama değil mi?

Aşikârdır ki, yerli ve milli çıkarlarımız açısından, elbette doğru yatırım ile bilimsel çalışmalar, en önemli iki materyaldir.

Bu nedenle, bilim ve tekniğe eğilimleri olan gençlerimiz, daha fazla teşvik edilmeli ve cesaretlendirilmelidir.

Maalesef yeni buluş ve tekniklerle, uluslararası platformlarda ödüller kazanan gençlerimizi haber yapma zahmetinde dahi bulunmayan müstakbel medyamıza inat, soruyorum;

Bizim, bir Elon Musk’ımız neden yok mesela?

Mark Zuckerberg’imiz, Bill Gates’imiz veya bir Stephen Hawking’imiz neden yok?

Dünyaya açılan müteşebbis ve markalarımız neden bu kadar az?

Bakın, geçenlerde yaşadığım bir hadiseyi aktarayım.

Elektronik eşya satan bir mağazanın camında gördüm; ürünün fotoğrafının üzerinde Alman bayrağı…

Ve hemen dibinde de şöyle bir ibare;

“Bu ürün, yüksek Alman standartlarına göre üretilmiştir”.

Duruma bakar mısınız?

Elin Alman’ı, kendi bayrağını ürününe koymuş, gurur duymuş.

Yani “içiniz rahat olsun, benim standartlarım sizi mağdur etmez” imajı vermeye çalışmış.

İnanın, imrendim.

Ülkemiz adına vallahi imrendim!

Keşke biz de, ihraç ettiğimiz her ürünümüzün altına “Yüksek Türk standartlarına göre üretilmiştir” yazsak da, markaların tepesinde o şerefli bayrağı gururla dalgalandırsak.

Merak ediyorum, Türkiye’nin Almanya’dan, Japonya’dan, Fransa’dan neyi eksik?

Hatta Amerika’dan neyi eksik, Amerika’dan?

Eminim artımız daha fazla, eksiğimiz yok denecek kadar az.

İnsan gücümüz mü yok?

Kafası çalışan tacir, usta veya bilim adamlarımız mı azınlıkta?

Hangi bir ülkenin, doğru düzgün su ve maden rezervi mevcut, bizdeki gibi?

Hangisinin üç tarafı, denizlerle doğru düzgün çevrili?

Hangisinin bir kolu Asya, diğer kolu Avrupa’da?

İkliminden, petrol ve bor kaynaklarına kadar, bizdeki gibi zengin nimetlere sahip kaç devlet var, soruyorum!

Peki, tüm bunlara rağmen “gâvur yapıyo aaabi!” mantalitesinden, neden kurtulamıyoruz hâlâ?

Ben, “Türk neden yapmasın!” diyen cihetteyim.

Neden, bana katılan vatandaşlarımız, yok denecek kadar az?

Hayret ediyorum.

Kaldı ki, bu toprağın insanlarının asla aptal olduğunu düşünmüyorum! Asla!

Aptal olsaydık eğer, bağrımızdan böylesine mümbit üçkâğıtçı “tosun” çıkarmazdık.

Adam dolandırmak da, belli bir kapasite ister.

Ehil olmayan, beceremez.

Zaten ülkemizde mağdurlar her zaman aptal, dolandıranlar da akıllıdır, o ayrı tabi.

Öyle ya, iyi niyetinin kurbanı olanlar her zaman 1-0 geridedir.

Ama salakların sırtından geçinen asalaklar, sempati kaynağıdır.

Yani azizim, dolandırmak da zekâ işidir, her babayiğidin harcı değildir.

Fakat bu zekâyı nereye yorduğumuz, önem arz etmektedir.

Dürüstlük, emek, doğru yatırım ve kusursuz azme harcanan eforla emin olun, dünyayı fethederiz, dünyayı!

Mamafih çaba, özveri, tecrübe gibi değerli vasıfları Müslümanların taşıması gerekirken, neden “gâvur” diye nitelenen kişiler taşımaktadır?

İçiniz rahat olsun, ben de anlayabilmiş değilim.

Üstat Mehmet Akif’in de buyurduğu gibi;

“İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi”.

Evet…

Bu, içler acısı bir durum.

Maalesef bu toprakların çetin hastalığıdır; milli menfaatler yerine, şahsi menfaatlerin ön planda tutulması.

Ya sırtımızı sağlam bir duvara yaslamanın derdindeyiz ya da bir işe girişirken, ekseriyetle ilk düşündüğümüz “nasıl kazıklarım”…

Veyahut “nasıl vergi kaçırırım”.

E yalan mı kardeşim?

Kesinlikle gerçek.

Acı ama gerçek!

Emin olun, bileğimizi bükebilecek tek bir medeniyet dahi tanımıyorum!

Ne fiziki, ne de akli surette…

Bizi yüceltecek ya da yıkabilecek tek bir unsur vardır; o da, yine kendimiz olduğu gerçeğidir.

Evet.

Bizim, kendimize yaptığımız kötülüğü kesinlikle, düşmanlar yapamamıştır!

Açık konuşayım;

Bu topraklarda değil bin, iki bin hatta üç bin yıllar daha var olmak, rüştümüzü kanıtlamak istiyorsak eğer, doğru ve dürüst çalışmak zo-run-da-yız!

Fakat önce maneviyatımızı tazelemeliyiz.

Yani insaniyet, merhamet, güzel ahlak ve güven hususuna yoğunlaşmalıyız evvela.

Ardından…

Sık sık söylerim; inovasyon ve AR-GE’ye yönelmeliyiz.

Yerli bilim ve teknolojiye daha çok yatırım yapmalıyız.

Tıp ve medikasyonda öncü olmalıyız.

Uzay sanayine bir an evvel başlamalıyız, yerli uydumuz Göktürk serisi gibi…

Türkiye olarak, silah sanayinde ciddi ivmeler kazandık.

Sıra geldi, Sayın Cumhurbaşkanımızın atılımları ve beş babayiğidin yatırımıyla, 2019’da prototipi üretilecek olan yerli otomobilimize…

Eğer bu şekilde kendimize inancımızı pekiştirir, güvenir ve özverili çalışırsak değil aya, Mars’a koloni kurar, ay yıldızlı bayrağı dikeriz!

Bu, imkânsız değildir.

Biliyorum ki, bu satırları okuyup da alaya alacak binlerce insanımız var.

“Mars mı? Hadi oradan” diyecek…

O kişilere, şunları sormak isterim;

Böyle söyleyip kendimize olan inancımızı yitirdiğimizden mütevellit gelişemedik, geri kalmadık mı zaten?

Nedir bizi tutan peki?

Nedir, kimlerdir hayallerimize pranga vuran?

Yeter ki, şahsi menfaatlerden öte milli menfaatlerimizi düşünelim, değil mi?

Yeter ki manipülasyonlara kanmayalım, yolumuza bakalım.

Başarırız.

Ve bu sayede düzenbazlar değil; vatanını, milletini, bayrağını gerçekten seven, bilim ve inovasyon alanında gelişecek memleket erleri çıkar bağrımızdan.