Önümde bir yığın mesele var. Ne Kazakistan, ne HDP’nin terörist sevgilileri, ne de hazımsızların üzerinde çokça manipülasyon yaptığı yerli otomobilimizi yazacağım.

Bugün bir gencin intihara giden yolculuğunu kendi kaleminden okudum.

Ruhuma oldukça ağır geldi.

Bir sorun var.

Bir büyük mesele.

Ve bu meseleyi en önce biz konuşacağız. Biz irdeleyeceğiz. Sorun nedir? Çözüm nerede? Solcuların yaptığı gibi karşı mahallede cereyan eden haberleri bayraklaştırmak ama mevzu kendi sokağında gerçekleştiğinde üzerini örtmek, yokmuş gibi yapmak, başını kuma gömmek yok.

Bu zaten bize yakışmaz.

Enes’i ve Enes üzerinden gençlerimize yapılan tüm haksızlıkları konuşacağız ama önce sol medyanın iki yüzlülüğüne bir vurgu yapalım.

SEKÜLER MEDYANIN ENES’İ ARAÇSALLAŞTIRMASI

Seküler-sol-laik veya ateist zümreye şöyle bir baktım. Sosyal medyada dindarların ve hocaefendilerin tümüne yönelttikleri küfürleri görünce şunu söylemeden geçmeyeceğim.“Yine cemaat yurdu, yine ölüm” şeklinde manşet atanların, dertlerinin Enes olmadığını, Enes’in acısı üzerinden ekmeklerine yağ sürdüklerini çok iyi biliyoruz.

İslam ile dertleri olanlar, baskıcı sol-Kemalist ebeveynlerin çocuklarına hangi zulümleri reva gördüklerini anlatırlar mı acaba? Tabi ki hayır.

Ensar Vakfı’nın bizzat kurumsal olarak kendisinin mahkemeye verdiği taciz olayını bayraklaştırır, tüm dindarları kafalarında mahkum eder ve kendi parti, dernek ve sokaklarında gerçekleşen taciz-tecavüz olaylarının tümü için sağır ve dilsiz olurlar. Ne kadın mücadelesi kalır ne de adalet!

Laik babadan dayak yiyen, başörtüsüne el koyulan liseli kız peki neden haber yapılmaz?

Muhafazakar medya, mağdurların özel hayatlarına saygı gereği bu olayları haberleştirmeyi tercih etmez.Haber değeri olmadığından değil.

Muhafazakar medya, bu haberler üzerinden seküler kesimin topuna birden küfür edecek alçaklığı da göstermez. Yaşam tarzı ne de olsa iş hayatını da kapsar ve medyada iş tutma şeklinin de belirleyici unsurudur. Muhafazakar medyayı seküler medyadan ayıran en önemli özellik;işte bu olsa gerek.

Bu kapsamda “haberi yapılmayan” bir olayı, köşemde anlatmak istiyorum.

LEYLA YALNIZ DEĞİLDİ

Daha geçenlerde tanıştığım, mahalleme yeni taşınmış anne-kızın hikayesi; benim hayatımdan bu zihniyete vereceğim en taze örnektir. Leyla ve annesi… Aile olarak seküler bir yaşam tarzları varken anne ve liseye giden kızı Leyla, dini anlayışı benimsemeye başlıyorlar. Zaman içinde olgunluk kazanan dini anlayışlarını pratiğe dökmek istiyorlar. Anne ve kızı namaz kılmaya başlıyor ve sonrasında da tesettüre girme kararı alıyorlar. Bu manevi yolculuklarını benimsemeyen “Kemalist baba” ne yapıyor? Evde terör estiriyor. Her gün eziyet ve işkence. Okula giderken kızının başörtüsünü çeken baba “asla başını örtemezsin” diyor. Aynı şey anne için de geçerli. Leyla için bu dayanılmaz acıların sonu; şükür ki intihar ile sonlanmıyor. Çünkü inancı buna müsaade etmiyor, manevi motivasyonu güçlü ve aynı zamanda yalnız da değil. Kendini anlayan ve aynı mücadeleyi veren annesi yanında. Annesi, kızı Leyla üniversiteyi kazandığı gün eşinden ayrılıyor ve yeni bir hayat kuruyorlar. İşte tam da burada kesişiyor bu aileyle yollarımız. Şu an ikisinin de çok mutlu ve pırıl pırıl bir hayatları var.

ENES’İ BİTİREN NE İDİ?

İsterdim ki tüm hikayelerin sonu güzel bitsin. Maalesef öyle olmuyor. Enes’in hikayesi ne yazık ki intiharla sonlandı. Yazdığı notlardan anlaşılan yalnız kalmış.  Hayatına anlam katacak hiçbir duygusu kalmamış, yorgun ve umutsuz… Bu girdap bir tıp öğrencisini bu noktaya getirmiş.

20 yaşında gelecek vadeden bir genç olarak Enes’i hangi şartlar intihara sürüklemiş olabilir ki? Yine notlarında anlatıyor kendisini.

Tıp okuyor. Okul dersleri çok ağır. Bir dini cemaatin yurdunda kalıyor. Ailesi oğlundan onay almadan yurda yerleştirmiş. Enes dini pratiklere mesafeli. Yurtta kalan tüm öğrenciler ise namazları cemaatle kılıyor, belirli saatlerde kitap okuyor ve birlikte zaman geçiriyorlar. Dindar bir genç için müthiş verimli bir ortam söz konusu. Fakat Enes için öyle değil. Mütedeyyin olmayan bir genci bu tarz bir yurtta bulunmaya zorlamak onu kazanmak yerine kaybetmeye neden olur. Ki öyle de olmuş ne yazık ki.

Enes yurtta yapılması gereken iş ve görevlerle birlikte ders çalışmak için vakit de bulamamış. Bıkkınlık ve tükenmişlik girdabında bir çıkış yolu bulamamış. Cevabı bulunamayan sorular ve intihar…

Üzüldüm, kahroldum bugün.

Enes’i geri getirmek mümkün değil ama gençlerimizi kazanmak için konuşmak ve ders çıkarmak zorunluluğumuz var.

ÇOCUKLARIMIZA ÖN KOŞULSUZ VE ŞARTSIZ SEVGİ VERELİM

Sağı, solu, dindarı, dinsizi… Çocuklarımızı ön koşulsuz kabul etmeyi ve sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Sevgi… Kaç yaşında olursanız olun şefkatsiz bir hayat eksiktir.

Çocuklarımıza, gençlerimize yirmi ya da otuz… Kaç yaşında olursa olsun sevgimizi açıktan gösterelim, şefkat duygusunu hissettirelim. Başını okşayıp, “yanındayım ve seni dinliyorum” diyelim.

Gençlerin en büyük ihtiyacı; şartsız sevgi, şefkat, muhatap alınmak, saygı görmek.

Çocuğumuz bizim bir kopyamız değil. Farklı düşünecek, farklı yaşayacak belki de.

Dinimizi, diyanetimizi, geleneklerimizi, milli duygularımızı çocuklarımıza dikte ederek, üstenci konuşarak anlatamayız. Eleştirel düşünceye açık olmalı, onları dinlemeliyiz… Hem de çokça bunu yapmalıyız. Uzlaşabiliriz veya anlaşamayabiliriz. Fakat sevgi köprüsünü asla yıkmamalıyız. İlgimiz her daim onların üzerinde olmalı.

Çağ insanları yalnızlaştırıyor. Çağ insanları ruhsuzlaştırıyor. Gençler yalnız ve çaresiz hissediyor.

Onların zor zamanlarında aradığı büyükleri olabiliyorsak ne mutlu.

Sizi bir genç aradı mı hiç? Bir sorunum var, dedi mi? Eğer arandıysanız, bir yetişkin olarak bence çok mutlu olun.

Çözüm üretemeyebilirsiniz fakat onu dinlediniz ya, iştedoğru profil ve örnek insan sizsiniz.

Etrafınızdaki gençleri ne olur yalnız bırakmayın. Her gün arayın. Her gün güzel cümleler kurun, dua edin.

Çünkü olumsuzluk, stres, küfrün kara propagandası çok fazla. Çok ama çok baskın…