Başlıkta öne çıkarmak istediğim “göründükçe ortadan biraz daha kaybolmak” elbette tek yönlü bir gerçeğe işaret etmiyor. Sembolleşebilmenin de “sürekli görünmek” ile ilgili olduğunu bilmek gerekiyor.

Burada ortaya çıkan temel soru; “Peki, o zaman nasıl görünmeli?” olacaktır.

Bir şahsiyet düşünün, her ortaya çıktığında farklı bir prestij kaybına sebebiyet verecek tarzda davranış sergiliyor. Bu şahıs, her ortaya çıktığında biraz daha gönüllerdeki yerini sarsmakta ve kendisine olan bağlılık ve güven duygularıyla birlikte muhabbetini de yitirmektedir. Buradaki kaybolma fiziksel değil, yüreklerdeki kayba delalet etmektedir.

Tam tersi durumda ise bir şahıs sembolleşir, fenomen halini alır. Çünkü her göründüğünde başka bir karizma unsuru sergiler ve değişimin yönüne işaret eder, güven duygularını pekiştirir. Dostlarının iftiharına vesile işler yaparken, düşmanlarının kalbine de ürperti verir. Bu tarz bir görünme hali süreklilikle sağlandığında karizmatik liderler ortaya çıkar.

Aslında yaygın olarak bilinen “ortada fazla görünürsen yüzün eskir” ifadesi, bana göre bu temelden değerlendirildiğinde ihtişamlı, samimi, ciddi tavırlı görünmeler için geçerli olmayacaktır.

Eric Hobsbawm’ın editörlüğünde yapılan bir çalışma “Geleneğin İcadı” üzerine odaklıdır. Bugün kökünün çok geçmişte olduğunu zannettiğimiz pek çok şeyin aslında 19. yüzyılın ürünü olduğunu açık delilleriyle ortaya koyan bu çalışma, İngiliz Kraliyet seremonilerinin İngiltere’ye, yayılmacı ve sömürgeci olarak nasıl bir boyut kattığını ifade eder. Sürekli görünmenin bir sembolü büyütmedeki çarpıcı bir örneğidir bu.

Yine bizden bir örnek olarak II. Abdülhamit’i verebiliriz. O aslında “görünmeden görünen” olarak değerlendirilmiş, törenler, armalar ve semboller çağında çağın gerisine düşmediği için bir fenomen haline gelmiştir. Saat kuleleri, ihtişamlı devlet binaları ve diğer eserler, onu her gün insanlarının gözleri önünde tutmuştur. Cuma selamlaması ve saray törenleri vs. de buna eklendiğinde, çok farklı bir güç gösterisi vardır ortada.

Bir devlet adamının (hele de devlet yönetiminin başı ise) milletinin karşısında nasıl göründüğü son derece önemlidir işte.

Bu noktadan hareketle şunu da ifade etmeliyim; François Simiand’ın, “Tarihçinin Üç Putu” ifadesinin de farkında olarak, yani bir tarihçinin objektif bakmasını engelleyebilecek bu üç faktörü bilerek hareket ettiğimi söylemek istiyorum.

Bugün ülkemizdeki siyasi figürleri değerlendirirken de aynı kıstasları uygulayabiliriz. Birileri Sayın Cumhurbaşkanı’nın neden bu kadar uzun bir süreden beri hâlâ kitleleri bu denli etkileyebildiğine, bir de bu cepheden bakılabilsin diye ifade etmek istiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı her göründüğünde onu bu durumuna taşıyacak bir zeminde görünmeseydi, inanın bu televizyon çağında ve neredeyse her gün birkaç defa görünen bir lider, bu denli ayakta kalamaz ve yerini bu denli pekiştiremezdi.

Bu, her türlü muhalif duygunun üzerine çıkıldığında mutlaka görünebilecektir. Objektif bakış, bu gerçeğin inkârında değil, hakkının verilmesindedir.

Muhalefet liderleri içerisinde bu gerçeği “ikrar” edenler varken, kendi çıkarlarına ters düşeceği endişesiyle “inkâr” edenler de var. Bu elbette anlaşılabilir bir durumdur.

Fakat bırakın ikrarı, inkârın dahi bir adım gerisine düşerek iftira yolunu seçen Kılıçdaroğlu siyaseti bana göre,“her göründükçe biraz daha ortadan kaybolma” alarak tecelli etti, etmeye devam ediyor…

Bu günlerde meydan okumayı da ihmal etmiyor; ana muhalefet lideri. Fakat gerçek şu ki yıpranmış ve gönüllerdeki yerini bıraktığı izlenimlerle pekiştirmiş bir isim olarak, özellikle sosyal medyada adeta bir “mizah karakteri”ne dönüşmüştür…

Karşı görüşlerden gelebilecek her türlü eleştiriye rağmen, her iki noktada hakkın teslimini yapmaya çalıştım. “Görünme hali”nin iki veçhesi üzerinden yaptığım bu değerlendirmenin, samimi bir katkı olduğunu vurgulamam gerekir. Zira bu ülkenin her noktadaki siyasi figürünün kişisel karizması top yekûn siyasi hayatımızın derece-i terakkisinin mizanı olacaktır.

Söz: Sayın Kılıçdaroğlu, adeta bir “mizah”a dönüştürdüğü parti liderliği zemininden kurtulup, ülke ve millet adına toparlayıcı olduğunda, “kişi kültü”ne takılmadığımı ona da göstereceğim; hem de bundan mutluluk duyarak…