CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in mitingde yaptığı o ani “cumhurbaşkanı adayıyım” çıkışı, sadece Erdoğan’a yönelik bir meydan okuma değildi. Asıl mesaj içeriyeydi.
Ve aslında bu çıkış, CHP’nin aylarca konuştuğu o çift taraflı kırılmanın — Kılıçdaroğlu cephesi ve İmamoğlu cephesi tartışmasının — resmen üçüncü bir hatta evrildiğini ilan etti.

Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu hakkındaki iddianamenin ardından ortaya çıkan siyasi boşluğu görünce beklemeye tahammül edemedi. İmamoğlu’nun artık “doğal aday” olmaktan çıktığını fark eden Özel, adeta fırsatı yakalamış gibi kendi adaylığını ilan etti.
Ve bu ilan, parti içinde yeni bir fay hattı açtı.

Çünkü CHP tarihi boyunca böyle bir şey kolay kolay görülmedi:
Parti yönetim organları toplanmadan, MYK’da tartışılmadan, kurullardan onay alınmadan “Ben adayım” demek, CHP’nin kendi geleneğine de, kendi kitlesine de meydan okumaktır. Özel, bu hamlesiyle sadece kendi liderliğini tescil etmeye çalışmıyor; aynı zamanda parti içinde yeni bir güç kavgası başlatıyor.

Düne kadar CHP’de iki cephe vardı:
Kılıçdaroğlu’nun temsil ettiği eski düzen ve İmamoğlu’nun temsil ettiği değişim iddiası.
Şimdi tablo çok net: İmamoğlu hukuki süreçlerle devre dışı kaldıkça, Özel kendine yepyeni bir alan açtı ve CHP’yi üçüncü bir cepheye taşıdı.
Bu cephe, Özel’in kişisel hesaplarıyla ördüğü, parti içinde “fiilî liderlik” iddiasını garantilemek isteyen bir alan.

Nitekim parti içindeki tepkiler de bunu gösteriyor. Pek çok CHP kurmayı açıkça homurdanıyor:
“Adaylığı kim belirledi?”, “Hangi kurultay kararı?”, “Bu çıkışı partiye sormadan nasıl yapıyor?”
Bu sözler, bir liderliğe değil, bir pusuya denk geliyor.
Özel’in adaylık açıklaması, CHP içindeki krizi bastırmak bir yana, daha da büyüterek üçüncü bir kamplaşmayı ateşledi.

Kaldı ki Özel’in o mitingde Erdoğan’a kurduğu cümlelerin büyük kısmı, gerçek bir meydan okumadan çok kendi tabanını ikna çabasıydı.
“Baharda gel, karda gel…” gibi sloganlar, siyasi özgüvenden ziyade parti içi baskıyı savuşturma arayışıyla atılmış adımlar.

Gerçek ortada:
CHP yeni bir kriz dönemine giriyor.
Özgür Özel’in açıklaması, İmamoğlu’nu denklemden çıkardığını ve kendi gücünü pekiştirmek istediğini gösteriyor.
Bunun adı meydan okumak değil; tam anlamıyla yeni bir cephe açmaktır.

Bugün CHP’nin önündeki sorun Erdoğan değil; kendi içindeki liderlik hesapları.
Ve Özel’in aceleci adaylık çıkışı, partiyi bir kez daha kendi iç tartışmalarının girdabına çekiyor.

Bu yüzden Özel’in yaptığı şey sadece bir adaylık ilanı değil;
CHP’nin zaten dağınık olan siyasetini daha da parçalayacak yeni bir çatlağın başlangıcıdır.

/////////////////////////////////////////////////////
Muazzez Abacı: Bir Şarkı Değil, Bir Yangındı

Muazzez Abacı’nın sesi sadece bir makamı değil, bir haleti ruhiyeyi temsil ediyordu.
Onu dinlerken insan, kırgınlığını da gururunu da aynı anda hissederdi.
Bir anda hem güçlü hem paramparça olurdunuz.
Çünkü Abacı’nın sesi insan ruhunun gölgelerini de aydınlıklarını da aynı şefkatle okşardı.

Onun bir cümlesi bile bir ömrün hikâyesi gibiydi:

“Seninle cehennem ödüldür bana,
Sensiz cennet bile vurgun sayılır…”

Bu dizelerin altına hepimiz bir zaman kendi hatıramızı yazdık.
Aşkı anlamadığımız yaşlarda bile o şarkıları dinleyince bir şeyler olurdu içimizde…
Kalbimizin bir yerinde tanımlayamadığımız bir sızı belirirdi.
Sonra büyüyünce öğrendik ki o sızı, Abacı’nın bize çok erken tattırdığı aşkın acısıymış.

Onun şarkıları, yıllarca bizim neslin sessiz gözyaşları oldu:

“Biz ayrılamayız…”
“Unutamazsın…”
“Bir acı kahvenin tadı yok artık…”
“Dilersem dönerim…”
“Cesaretim var…”

Bir insan sesi bu kadar mı titretir gönlü…
Bu kadar mı söylenmeyeni söyler, içimizden geçenleri dile getirir…

O şarkıları dinlerken yalnızlığı öğrenirdik, sabretmeyi öğrenirdik, gururu, aşkı, özlemi, bırakıp gitmeyi…
Muazzez Abacı bir sanatçı değildi; bir duygu öğretmeniydi.

Bugünün gençleri “müzik” diye autotune’dan bozma, plastik sesi dinliyorlar ya…
Ne yalan söyleyeyim:
Onlara acıyorum.

Ses dediğin böyle olurdu işte.
Yüreği titreten, insanın hücrelerine işleyen, sesiyle hayatı durduran…
Biz öyle bir dönemden geliyoruz ki, şanslıyız.
Gerçek sesi, gerçek şarkıyı, gerçek duyguyu vaktiyle biz dinledik.

Bugün her şey yapay, her şey sentetik…
Ama Abacı’nın söylediği o iki mısra hâlâ tüylerimizi diken diken ediyor.
Demek ki gerçek olan eskimiyor; gerçek olan ölmüyor.

Muazzez Abacı’yı kaybettik…
Ama onun sesi, şarkıları, bıraktığı iz…
Bizimle yaşamaya devam edecek.

Türk müziği bugün kimsesiz kaldı belki,
ama o büyük kadın arkasında öyle bir hazine bıraktı ki
biz hep onunla yaşayacağız.

Ruhu şad olsun.

/////////////////////////////////////////////////////

Bir Sanatçıya Bu Kadar Yüklenmek Niye?

Elçin Sangu, attığı birkaç cümle yüzünden linç edildi.
Evet, sosyal medya yine bildiğimiz gibi: Bir sanatçının düşüncesine değil, linç edecek bir malzemeye odaklı.

Oysa ne söyledi Sangu?

“Bir insan hem seçimde yolsuzluk yapmış, hem diploması sahte, hem hırsız, hem casus olabilir mi? Medya buna zemin hazırlıyor.
Bunlara alışma. Normalleştirme. Parçası olma.”

Bu cümleler, beğenirsin beğenmezsin, kişisel bir duruş. Bir sanatçının kendi fikri.
Ama işte memleketin büyük problemi burada:
Bir sanatçı siyasi bir cümle kurduğu anda aforoz edilmeye çalışılıyor.

Bugün Elçin Sangu linç ediliyor, dün başka biri…
Yarın kim bilir kim…
Sanatçıdan istenen ne?
Sadece rol yapsın, şarkı söylesin, setten eve eve setten sete mi gitsin?
Ağzını açmasın mı?

Demokrasi dediğin şey, sadece sandıkta değil; fikrini söyleyebilme özgürlüğünde başlar.
Bir sanatçının görüş belirtmesi, birini eleştirmesi ya da birine destek olması suç değildir.
Kimseye de “kariyerine zarar verir” diye hizaya sokulamaz.

Elçin Sangu’ya yapılan haksızlık, sadece bir oyuncuya değil, sanatın kendisine yapılmış bir ayıptır.

Bu arada…
Bunca gürültünün arasında kimse konuşmuyor ama Elçin Sangu’nun Çağatay Ulusoy’la başrol oynadığı “Uykucu” şu an vizyonda.
Ve açıkça söylemek gerekirse Sangu orada kariyerinin en iyi performanslarından birini sergiliyor.

İster beğenin ister katılmayın, ama bir sanatçının emeğini linç kültürünün gölgesinde yok saymak da en hafif tabiriyle haksızlık.

Madem bu kadar enerji harcıyoruz,
Gidin Uykucu’yu izleyin; sinemanın tadını çıkarın.
En azından tartışmayı sanatın üzerinden yapmış oluruz — ki bu bile büyük kazanım.

Sanatçıya fikir yasaklanmaz.
Eleştiri olur, tartışma olur, polemik olur… Ama linç?
Bu toplumun en ucuz refleksi.

Elçin Sangu haklıdır, haksızdır tartışılır.
Ama linç edilmeyi hak etmiyor.
Hiç kimse etmiyor.

Sanat susarsa, memleket susar.
Bu kadar basit.