Müslümanlar sağduyu temelli bir üslupla yeni bir düşünce iklimi aramaya başlamalılar. Bu arayışı halktan beklemediğimizin şuurunda olduğumuzun altını kalın ve renkli çizerek söylemeliyiz. Hazır ilahiyat-medrese tartışması başlamışken, bu tartışmaya tasavvuf-sufî geleneği de ekleyerek tartışmalı ve bir karar verilmelidir. Hatta pek çok konuda fikrini açıklamaktın geri durmayan Hayrettin Karaman Hocam da bu üç temel meseleyi köşesine taşımalı ve bir söz söylemelidir.

Üslupta ve muhtevada kopuş tartışmasını; nakli, sistematik ve analitik bilginin inşa döneminden başlayarak tarihi süreçlerdeki kırılmalara dikkate alarak ilerlersek pek çok meselemizi çözebilme yöntemi bulma imkânına kavuşuruz. Mutezile ve Harici gelenekten başlayarak Şia diline, İhvan-ı Safa’dan sufî söylemine, Müslüman filozofların felsefi anlayışından Kelam tartışmalarındaki lisana sistematik çalışmalar yapılmalı ve ilahiyat fakültelerinin müfredatı, tarih ve nakil geleneğinden kurtarılmalıdır. Felsefe tarihi yerine felsefi düşünme biçimi; İslam tarihi nakilciliği ve tekrarı yerine tarihin oluş biçimine, siyasi tartışmaların arka planına bakabilme yöntemleri öğretilmelidir. Hangi savaşta kaç çuval gıda ile kaç kişinin savaşa katıldığı ve kullanılan kılıç, mızrak, ok sayısına yoğunlaşan bir İslam tarihi anlayış ve algısı zihni yorgunlukların ötesinde bir fayda sağlamaz.

Geçmiş metinlerden aldığımız ve yazıldıkları dönemde Müslümanların meselelerini çözen geçmişe dair yorumları bugünün gürültülü ve karmaşık problemlerinin çözümünde kullanmak yerine; yöntemlerine sadık kalarak bu güne taşımak ve günümüz meselelerine çözüm aramak gerek. Basit bir örnekle maksadımızı anlatmaya çalışalım. Hemen hemen her Müslümanın evinde bir İslam İlmihali vardır. İtikat bahsinin ardından ‘taharetler ve sular’ bahsi olur. Suların nevi, kuyular, temiz ve kirli sular (…) hükümleri vs. Bugün çocuklarımız kuyuların ne işe yaradığını bilmiyor artık. Akarsuda abdest alan da yok. Hayatımıza “arıtılmış kanalizasyon suyu ve kimyasaldan arındırılmış sular” girdi. Park bahçe sulamasında kullanılıyor. Soru: Arıtılmış kanalizasyon suyu ‘temiz su’ hükmünde midir? Bu su ile abdest alınır mı? Bu su ile sulanan çim üzerine secde etmek mümkün mü? Bu sorulara cevap vermek ve ilmihale eklemek sorumluluğunu üstlenecek âlim ve akademisyenlere ihtiyaç var.

Son zamanlarda tartışılan ‘banka faizi ve kur korumalı mevduat’, Kur’an’da bahsi geçen ‘ribâ’ ile aynı fıkhi tartışmanın konusu yapılabilir mi? Hatta Kur’an’da anlatılan ‘ribâ -ana paranın kat kat artırılması, tefecilik-’ kurumsal bankacılık sisteminde ticari anlamda kullanılan kredilendirme ve tasarrufla aynı anlamda mıdır? Müslümanların bu soruların cevaplarını doğru bir anlama ile araştırmaları gerekiyor. Tipik bir örnek olması bakımından “Osmanlı’da Para Vakıfları” bahsi üzerine yapılan yayınlar zihin açıcı bir başlangıç olabilir. Osmanlı mâli piyasasında 15. yüzyılda karşılaştığımız ve bilinen nakit destekleme yöntemlerine alternatif finansman sistemi olarak Ebussud Efendi’nin fetvasıyla kurulan vakıfların bu anlamda incelenmesi gerekiyor. Bu sistem küçük ve orta ölçekteki esnafın ihtiyaç duyduğu sermayeyi sağlamak üzere kurulmuştur. Esnafa finans sağlayarak ticareti canlandıran sistem, paradan kazanç elde etmiş ve bu kazançla hayır işlerini desteklemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı çağında kurulan para vakıfları, ihtiyaç sahibi ve büyüme eğilimindeki girişimciler tarafından kabul görmesine rağmen; faiz tartışmalarına da zemin hazırlamış, ancak hukuki dayanaklarla devlet tarafından desteklendiği için varlığını sürdürmüştür (Detaylı bilgi için: Süleyman Kaya, Para Vakıfları, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2003, 189-203; Dr.  İrfan Türkoğlu, Osmanlı Devleti’nde Para Vakıflarının Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Y.2013, C.18, S.2, s.187-196; Dr. Tahsin Özcan, Kanûnî Dönemi Üsküdar Para Vakıfları, Üsküdar Sempozyumu I, 23-25 Mayıs 2003, Bildiriler Cilt 1).

Fazlur Rahman’nın (Prof.) 1963 yılında kaleme aldığı “Tahkîk-ı Ribâ” isimli makalede “Ku'ran'ın ribâ ile kastettiği anlamı, herhangi bir dile farklı bir kelime ile tercüme etmek sadece boş bir uğraş değil, aynı zamanda konuyla ilgili çoğu kez zihnin karışıklığına yol açan bir sebep olmuştur” tespitinde bulunur. Bu makalede tarihi, semantik, dilbilim açısından müzakere edilen ribâ kelimesinin geçtiği ayetlerin Kuran’daki nüzul sırası ve sebepleri tartışıldıktan sonra ilk dönem alimlerin meseleye yaklaşımları da müzakere edilmiştir. Ayrıca Mevdudî’nin meseleye bakışı da detaylı olarak değerlendirilmiştir. Makalenin modern zamanların finans ve bankacılık sisteminin anlaşılması için önemli bir referans olarak incelenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Urduca ve İngilizce olarak yayımlanan makale Dr. Rıza Kurtulmuş tarafından tercüme edildi.

İlahiyat-medrese tartışmalarında bu meselelerin çözümlenmesi bilgi ve yöntemlerini öğrenerek Müslümanların hayatlarını kolaylaştıracak bilgiyi üretecek âlim ve akademisyenlere ihtiyaç var. Nakil, tercüme, reddiye ve tekrara sıkışmış anlayışlara değil.