Ramazan ayı Filistin ve İsrail’de şiddetli saldırı ve çatışmalarla başladı. Son günlerde yükselen tansiyondan iki taraftan da ölü ve yaralılar meydana geldi. Gerginlik ve şiddet ortamı kontrol altına alınamıyor.  

 

Bundan birkaç yıl önce Ramazan ayının bir kısmını Kudüs’te geçirmiş, Mescid-i Aksa’nın avlusunda toplu iftarlara katılmıştım. Mescid-i Aksa’nın huzur membası olduğunu oruç zamanı bizzat orada teneffüs etmiştim.

 

Üç din tarafından da kutsal görülen ve sürekli ziyaretler için uğrak yeri olan bu coğrafya son bir asırdır barış iklimini arar hale geldi. Lakin tarih boyunca farklı toplumlara ev sahipliği yapan bölgede insanlar İngiltere’nin boy göstermesine kadar bir arada yaşayabiliyorlardı.   

 

Kadim Filistin’in bugüne kadar geçirdiği evreler ve İsrail’in hangi koşullarla donatılmış çerçevede kurulduğuna tarihsel olarak daha yakından bakalım.    

 

Tarihin sayfasından…        

 

Birinci Dünya Savaşı sırasında Amerikalıları savaşa çekerek desteğini almak isteyen İngiltere, Filistin’de 1917 Balfour Deklarasyonu’nu ilan etti. Amerika’da yaşayan ve etkin güce sahip Yahudilere böylelikle hoş gözükmek amaçlanmıştı.  

 

Bu İngiliz stratejisi, Yahudilere Filistin’de bir yurt kurma imkânı sağlamanın ötesinde bitmek bilmeyen bir çatışma ortamının doğmasına neden oldu.  

 

Sorunlu ve öngörüden uzak İngiliz siyasetinin uygulamaya koymuş olduğu politikalar İsrail’in kuruluşuna zemin hazırlarken bir savaşlar silsilesine neden oldu ve günümüze kadar bu sorunları bakiye bıraktı.

 

Toplumun iç dinamiklerinden ve sosyoekonomik koşullarından yoksun salt dışarıdan İngiltere’nin uyguladığı yanlış politikalar bir asır sürecek çatışmaları meydana getirmedi elbette.

 

Fakat Manda yönetimi, Filistin’deki çatışma tohumlarını filizlendirdi, barışçıl olmaktan uzak yöntemlerle bugün dahi devam eden bir savaşın fitilini ateşledi.  

 

Manda yönetiminin yanlı ve kısa vadeli hedefe yönelik uygulamaları taraflar arasında çatışmaları besleyici yeni bir asimetrik denge ortaya çıkardı. Oysa bir çatışmada taraflara eşit mesafede durmak ve çatışan taraflar arasındaki asimetrik durumu etkin müdahalelerle belirli bir seviyeye getirmek barış yolunda önemli bir çabayı temsil eder.

 

İngilizlerin taraflı şekilde arabuluculuktan uzak politikalarının barışa katkı yapmadığını, aksine şiddetli çatışmaların daha da önünü açtığını, taraflardan birine verilen orantısız desteğin kalıcı barış ortamına zarar verdiği sonraki yıllarda ayan beyan ortaya çıktı.    

 

Böylelikle asırlardır barış içerisinde yaşamış toplumlar şiddetli bir çatışma sarmalına saplandı ve bugün de maalesef bunun sonuçlarına dünya şahit oluyor.