Şu “dil” denilen kemiksiz nasıl oldu da bazı siyasetçilerin ağzında kontrolünü kaybeden bir organ hâline geldi… 

Oysa dilin kontrolüne dönük onca kelam-ı kibarı, nasihati barındıran bir inanç ve kültür coğrafyasının mensubuyuz... 

Son günlere damgasını vuran sözlerin sahiplerinin siyaset dilinin ulaştığı pespayeliği üzülerek takip etmemek mümkün değil... 

“İlla bir koltuğa erişmek” hırsı olunca ve uzun bir yenilgiler silsilesinin de tesiriyle hırçınlaşmış bir muhalefet liderinin bu “derin gaf”larının, hakaretlerinin daha nerelere varacağı da ayrı bir sorun... 

Dünyada ve ülkede yaşanan ekonomik sorunlara yaslanarak ırkçı bir dili yükseltmeye çalışan ve bunun için camileri bile show yeri olarak kullanmaktan çekinmeyen acınası, kışkırtıcı, ölçüsünü kaybetmiş bir dille muhatabız… 

Fakat bu “kapısı kırık ağızlar” aslında “kötü söz sahibinindir” gerçeğiyle, en çok da kendilerini eziyorlar… 

Bir gün ulaşmayı düşündükleri o koltukta, kendilerine muhalefet edeceklerin kullanacağı dili de bugünden şekillendiriyorlar aslında… 

Tıpkı SSK Genel Müdürlüğü dönemindeki başarısızlığın bugün önlerinde bir referans olarak durması gibi... 

Hatta icra edilen görevle doğru orantılı olacağı düşünüldüğünde daha da ciddi ve büyük bir sorun olacaktır bu ölçüsüz dil/üslup…        

Ana muhalefet liderinin ya da faşist damarı temsil eden Özdağ’ın siyaseti yaralayan dilleri, aslında çok önemli bir psikolojiye dayanıyor… 

İktidarın sinir uçlarına dokunarak hata yapmaya zorluyor... 

Çünkü sinirlenen bir insanın sağlıklı düşünme kapasitesi zayıflar ve hata yapmaya başlar…

Muhatabının güzünün içine baka baka ve soğukkanlı bir şekilde, gerçekleri hiç şahit olmadığımız boyutlarda çarpıtmak, niyetleri açık olarak göstermeye yeterlidir… 

Muhalefetin, “İktidara karşı olan herkesle ve onu zorlayan her olgu ile ittifak” anlayışı, başvurulan yollara rağmen hala istediği sonucu alamayınca kışkırtıcı ve öfkelendirici dili, sarılacak tek argüman olarak görüyor... 

Oysa bu yöntem, iktidarın soğukkanlı kalma başarısı sebebiyle, sürekli kendilerini yıpratan bir ters etki ortaya koyuyor...

Öyle ya “Ne ekersek onu biçeriz…”

Bu dil devam ederse muhalefet önce kendisi, sonra da bu ülke siyaseti için hiç de hayırlı tohumlar ekmiyor olacak... 

Bugüne kadar yapamadıklarını hiç olmazsa bundan sonra yaparak siyasetlerini bu ülkenin menfaatlerine göre kurgulamalılar… 

Bugünün en önemli gücü açıklık ve dürüstlüktür nihayetinde… 

En doğru zemin ise inançların ve her türlü aidiyetin tahammülle karşılandığı bir zemindir... 

Başkasının inancına, mensubiyetine hakaret edenler gerçekte kendi inancına hakaret eder… 

Nitekim Rabbimiz En’am Suresi 108’de bizi bunun için uyarmamış mıdır? 

“Kapısız ağızlar”dan yerlere saçılan kontrolsüz sözlerin, muhatabına da sahibine de bir faydası yok…

Dilin yıktıkları da yaptıkları da emsalsizdir…

O halde dili inşa ve ihya için kullanmak en akıl karı olan değil mi?