Dil insanların karşılıklı anlaşma aracıdır. Bu tespit asla unutulmamalıdır. Peki bugün dilimiz ve kelimelerimiz “anlaşma, nezaket, anlama, anlatma” imkânı sağlıyor mu? Basit bir hatırlatma! Uzun yıllar mecliste ülkesine hizmet etmiş bir bakanı bir topluluğa nasıl takdim edersiniz?

"Eski İstanbul mebusu/vekili veya eski Kültür Bakanı" dediğimizi var sayalım. Bu takdimde "eski" sıfatı İstanbul için mi yoksa vekil/bakan için mi kullanılıyor? "Kültür eski bakanı" söyleyişi daha doğru gibi geliyor. Ancak Türkçe Sözlük, Resmi Hitaplar başlığı altında “Eski Kültür Bakanı” diye ‘konuşmalı ve yazmalısınız’ notunu düşmüş. Bu noktada yeni bir kafa karışıklığı ile karşılaşıyoruz. Eskiler, eski bakan, vali ve vekilleri ‘sâbık’ olarak takdim ederlerdi. Eski kelimesi "sâbık"ın yerini tutuyor mu?

Eski hoşlanılacak bir sıfat mıdır? Kelimeyi Türkçe Sözlük "çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan, yeni karşıtı; geçerli olmayan; çok kullanmaktan yıpranmış, harap olmuş şey; hükmü geçmiş; köhne; gereğinden fazla ihtiyar" olarak tarif ediyor. Bu tarifi bir de şu atalar sözü ile hatırlamak ister misiniz? "Eskiye rağbet olsa bitpazarına rahmet yağardı." Dili ve kelimeyi kullanırken anlamı üzerinde düşünürseniz zihin dünyanızda büyük patlamalar yaşarsınız. Geçmişte önemli görevlerde bulunarak hizmet edenleri "eski mebus-eski genel müdür-eski reis, eski cumhurbaşkanı" diye düşünün. Zihinde oluşan çağrışımları canlandırın. “Çok yaşlı, iş göremez hale gelmiş yaşlı, yırtık pırtık eski elbiseler içinde biri.”

Örneği çoktur. Geçmişte görev yapmış bir vekilin tekrar seçildiğine hatta bakan olduğuna tanıklık etmişsinizdir. Eski genel müdürün de göreve geldiği vâkidir. Bu durumda "sâbık" kelimesi daha doğru bir ifade olarak ortada duruyor. Sâbık kelimesi anlam itibarıyla da "geçen, evvelce vâki olan, yani geride bırakılan" anlamına geldiği için de insan haysiyetine dokunmayan bir kelime olarak daha değerli. Anlam olarak hoş olmayan, insan onuruna dokunan mânasıyla ‘eski’ kelimesi, lügatten sürgün edilen "sâbık" kelimesinin yerini tutacak muhteva ve saygınlıkta değil.

“Sâbık” kelimesi de diğer pek çok kelime gibi lügatımızdan, kültürümüzden, gündelik hayatımızdan sürgün edilen kelimelerden. Oysa dil, tasfiyeye maruz bırakılarak ve kelime çıkararak, öztürkçecilik yapılarak bilim dili, medeniyet dili ve zengin bir kültür dili yapılamaz. İnsan diliyle, kelimesiyle, kavram ve deyimleriyle kendisini ifade eder. Bunlar azaldıkça varlık aleminden kaybolur. Cemil Meriç “Kelimeler benim sudaki akislerim. Onları kucaklayamam. Kelimeleri senin için yıldızlaştırıyorum” diyerek kelimeyi varlığı ile özdeş kılar ve yıldızlarda özel bir tahta oturtur.

Dil ile düşünür, anlar ve yazarız. Büyük yazarlarımızın kelime hazinesi eserlerine bakın. Hatta ‘bunu anlamak için sözlük lazım’ dediğiniz eser sahiplerinin izini sürün. Anlatımda, üslupta ve dilin musikisini hissetmede ne kadar başarılı olduklarını hayranlıkla izleyin. Bir de çok satan kitapların dünyasına göz atın. Elinizi lügate uzatmadan yüzlerce sayfa okuduğunuzda zihin dünyanızda bir saman alevinin ılık dokunuşunun bile olmadığını görürsünüz.

Sonra teşhisi Cemil Meriç’in Jurnal’inde okursunuz. “Batı’yla bu kadar sarmaş dolaş olduğumuz halde, hâlâ yeni neslin tek değer yetiştirememesi, bunun en hazin tecellilerinden biri değil mi? Bugünkü nesil, ağabeylerinin hafızası zorla iğdiş edilen ikinci nesildir. Devlet kanalı ile nereden çıktığı bilinmeyen, eğri büğrü kelimeler onların genç beyinlerine zorla sokulmuş.”

Bilindik kelimelere dokunanlara Urfa’dan isot sipariş eden bir nesle ihtiyaç var. "İhtimal, meydan, kütüphane, ukalalık, mucize" yerine "olasılık, alan, kitaplık, bilgiçlik, tansık" diye nara atmayan ve nesil yerine kuşak diye sayıklamayan bir nesle.