Bir şey olduğunda, bir şey kırıldığında, bir şey içten içe kanadığında…
Genelde birini bekleriz.
Bir dost, bir sevgili, bir aile üyesi, bir terapist...
“Biri gelsin.”
“Biri sarsın.”
“Biri anlasın, duysun, tutsun elimden.”
İçimizdeki fırtınayı dışarıdan birinin dindirmesini umarız.
Ama çoğu zaman kimse gelmez.
Ve aslında bu, kötü bir şey değildir.
Çünkü bazı yolculuklar sadece bize aittir.
Bazı yaraların ilacı, sadece içimizdedir.
Bazı boşlukları, başkası değil — yalnızca biz kapatabiliriz.
“Kendini onarmak” denilen şey, işte tam da bu yalnız ama şifalı süreçtir.
Kendi kalbinin içinde gezinmek.
Oradaki kırıkları fark etmek.
Onlara nazikçe dokunmak.
Ve belki ilk kez kendine şu soruyu sormak:
“Gerçekten nasılım?”
Bu süreç kolay değildir.
Zaman alır.
Yorar.
Bazen içten içe korkutur.
Çünkü o kırıkları görmek cesaret ister.
Ama içinden geçtikçe, güç verir.
Kendine dönmek, kendini affetmek, kendine sarılmak…
İşte en derin şifalar burada başlar.
Bir başkasının seni kurtarmasını beklemek doğaldır.
Ama asıl dönüşüm, kendi sesini duyduğunda başlar.
Bazen bir kitapla, bazen bir yürüyüşle, bazen sadece bir gözyaşıyla…
O ilk adım, dışarıdan gelmeyebilir.
Ama içeride bir kıpırtı olur.
Ve sen, o kıpırtıya kulak verirsen, yol açılır.
Kimse gelmeyecekse, sen kendine gel.
Kendini yalnız bıraktığın yerde, yeniden yanında ol.
Biri gelince değil; sen geldiğinde iyileşir her şey.
Bu yazı, seni sana çağırıyor.
Beklediğin kişi belki de sensin.
En iyi yol arkadaşı, en çok ihtiyaç duyduğun anda yanında olacak kişi...
O, senin ta kendin olabilirsin.
Unutma:
Kendine gelmek, kimse gelmediğinde atacağın en değerli adım olabilir.
Çünkü bazen en büyük dönüşüm, dışarıdan değil — içeriden başlar.