Uzun zaman önceydi son karşılaşmamız.

Ömür sermayesinin tükendiğinden bahsetmişti yakıcı bir dille.

Kim bile bilirdi ki üzerini toprak örtmüş misali susacağını.

Kelimelerin dünyasında yaşıyordu ama modern zaman nefesini kesmişti.

Tek cümle söyleyecek takati de yoktu belki.

Bir gün ansızın çıkageldi ruhunda biriktirdiği ızdırap dolu cümleleriyle.

Üstü başı kan ter içinde.

**

O kadar yorgun görünüyordu ki gözlerine çökmüştü sanki hayat.

Saçlarına beyazlar düşürmüştü anlatamadıkları.

Anlatmaya çalıştıkça dipsiz bir kuyudan yükselen ahları.

Kimilerinin bağıra çağıra “Ben buradayım” dediği yerde naif üslubu onu zayıf gösteriyordu. Kimseler bu mülayim adamdan kavga etmesini beklemiyordu ama gelin görün ki hayatı hep bir kavganın orta yerinde geçmişti. Yüreği kavi durmanın bedelini ödemek nedir bilirdi. “Adam kavgada belli olur” sözünün eriydi.

**

İşte bak! Tam da dünyayı ateşe verecekleri vakit çıka geldi.

Biliyorum onun derdi “dünyayı kurtarmak” değil.

Asaletiyle hak davaya yürüyen karıncanın tarafını seçtiği gibi bir karınca kadar da olsa omuz vermekti, yağmalanmaya çalışılan hakikatlerin üzerinde ışıldadığı aynaya.

Yalanın çelik kabuğunda gezdiği bu devirde hakikatlerin aynası bu kadar çabuk çatlamamalı ve çamur deryası namahrem ellerde kararmamalıydı.

**

Geldik ve gidiyoruz…

Günü kurtarmak gibi küçük bir hesabın peşine düşmek de bizim tercihimiz sonsuzluğa açılacak bir hendesenin sırlı yolculuğunda ayaklarımızı sabitlemeye gayret etmek de. Biri her yeni gün elinden kaçan fırsatların ve kâinat kitabının satırlarını okuyamamanın ve ondan mahrum kalmanın elemli efkârını yükleyecek sırtımıza. Diğeri attığımız her adımda ruhumuzu katman katman keşfetmenin ve aldığımız her nefeste yenilenerek Rahman’ın affediciliğinin rahmet ve bereket kanatları altında kalbimizde esenlik rüzgârları estirecek. Daha da kaptırırsak ve bırakırsak kendimizi o rüzgârlara gençlik yıllarımızın damarlarımızda dolaşan âşk ve vecd haline kavuşacağız.

**

Çünkü biz dünyalık heveslere ve gün birlik hedeflere matuf hesapların adamı olmadık ve olamayız. Milyonlarca Müslümanın “bir gün mutlaka” umuduyla baktığı topraklarda yaşayan inanmış ve “Allah’ın ipine sımsıkı sarılma” sevdasında olan insanlardık. Elimizle tutup kaldırmaya çalıştığımız ve omuzlarımız zangır zangır titrese de ölümüne taşımamız gereken bankaların bize ezberlettiği “bireysel hesaplarımız” değil. “İman ve Aksiyon”umuzu artık tozlu raflardan indirip “toparlanın hiçbir yere gitmiyoruz” notasını her dem kalbimizde diri tutmaktır ödevimiz.

**

Herkes bir gün kendine itiraf etmeli geçip giden zaman yumağı ve mahşeri kalabalıklar arasında kayboluşlarımız bizden en çok ruhumuzu aldı. Bizim o ruha ihtiyacımız var. Yolun kenarında bir çalı dahi olsak varoluşunun gayesini hatırda tutup hiç kimseleri incitmeden istikamet üzere bir ömür sürerek o yola umut aşılamalıyız. Zira umudun ve ümidin olmadığı yerde mümkün değildir; küllerinden doğmak.