Yolun sonuna mı geldik dersiniz?..

Aşılacak hiç mi mevsim, dere, tepe, düzlük kalmadı?..

Kimliği meçhul bir güzergahta köşeyi dönmek mi bizim kârımız?..

Eskilerin deyimiyle “bir lahza” düşünelim “bu gidiş nereye”.

İçimizin gümrah ırmakları kurudu.

Ümit tarlalarımızın yeşili soldu.

Ekip biçtiklerimizden yana bize kalan nedir?..

Pişmanlıklar mı sadece?..

Üst üste sorular soru içinde.

Cevaplarsa asırlık mahkûmiyetimizin dehlizinde saklı.

**

Doğarken üzerimize giydirmişler deli gömleğini.

“Sen düşünemezsin!”, “Doğruyu göremezsin!”, “Hakikat senin neyine, konuşma sus!” demişler.

Konuşmana tahammülü olmayanların yaktığı fitne ateşinde yanmak düşmüş senin payına.

Yaşarken öldürmüşler seni, farkına bile varamamışsın.

“Eyvah!” çekemeden kaybolup gitmiş seni sen yapan değerlerin.

Hayatın “Çilesiz” geçen posasında çürümek düşmüş serencamına.

Manzara ne acı değil mi?

**

Amacım bakışını acılaştırmak değil elbette.

Bizim akıl merceğinin üzerinde dolaşması gereken yaralara dikkat çekmeye çalışıyorum sadece.

Yaralarımızın köklerine inmeden ve oraya merhem sürmeden ayağa kalkamayız çünkü.

Önce derdimizi bilelim ki sonra derman bulmakta vakit kaybetmeyelim diye uğraşıyorum

Vaktin varsa sen de bana yardım et, n’olur?

**

Çünkü daha acısı var üzerinden geçip gittiklerimizin.

Çünkü kayıp gülün peşine düşmeden bizi cennetlere çıkaracak olan, gönlümüzü mest eden kokuyu içimize çekemeyiz.

Çünkü gülü tanımadan beşeri sistemlerin yapma çiçek bahçesinde dolaşarak elde edeceğimiz tek şey, kahreden zamanın içinde yol aldığımızı düşünmek ve hiçbir yere varamamak olur.

Çünkü birileri çıkıp bizim adımıza bir takvim düzenlese de bizim kalbimizin kendi takvimine ihtiyacı var.

Çünkü modern zamanın yüzümüze gülümserken “ücretsiz” diyerek avuçlarımıza tutuşturduklarının arka yüzünde ödediğimiz bedel hem özgürlüğümüz hem öz benliğimiz.

Çünkü varlık sahasına bir türlü çıkamamanın bedeli yokoluşun kezzaplı çukuruna yuvarlanmaktan öte bir şey değil.

**

Susuz kalmış gerçeklerimizin üzerindeki örtüyü kaldırıp gözyaşlarımızı boca etmeden üzerine, istikametin gelip bizi bulmasını bekleyemeyiz.

Sanayileşmiş düşünce artıklarıyla sözü ve gücü çağları aşmış kadim medeniyetimizin kıyısından geçmeyi hayal etmek nafile.

Aklı yırtarcasına kendi fikrimizin çilesini çekmeden olmaz.

Batı’dan veyahut Uzak Doğu’dan ithal tercüme hayat algısının naylona sarıp uzattıkları kendi kültür, medeniyet ve düşünce madenimizin mezesi olur ama öznesi asla.

Erkeğin erkek, kadının kadın olmaktan çıktığı, meditasyonun kendinden menkul enerji açığa çıkardığı bir çağda, tekâmül bir yana önce insan kalmanın sonra inancın gölgesinde parmakla gösterilen bir Müslüman olabilmektir bütün mesele…

**

Yaşadığımız çağ Müslümanlara göre bir çağ değil, bu doğru.

Fakat bir gün bu dünya sürgünü bitecek.

Üç günlük dünya için ağlamaya değmez.

Çaresiz bırakıyorsa seni yaşadığın hayat…

Ölmeden önce yönünü Rabbine dönesin ve cennetlere kanat çırpasın diye.

Ne zaman gönlün sıkışsa ve için acısa hatırla o zaman kutlu buyruğu…

Hatırla ki; İbrahim’in (as) düştüğü ateşler gibi gül bahçesine dönsün içinin yangınları:

“Lâ tahzen! İnnallâhe me’anâ!”

Üzülme! Allah(cc) bizimle beraberdir!