Kapitalist iktisadi teori; “bireysellik, rasyonalizm ve denge anlayışı çerçevesinde tam rekabet piyasasının işlerlik kazanması sonucu” bir ekonomide etkinlik, eşitlik, istikrar ve büyümenin her zaman işlerlik kazanacağını ortaya koymaktadır ki işin bu teorik boyutunu üç haftalık dilimde sizlerle paylaştım.

Ayrıca her bir yazımda, bu teorinin pratiğe asla yansımadığını, gerçeklerden kopuk olduğunu, yazının amacına uygun olarak sadece tek cümle marifetiyle dile getirdim. Bu amacım doğrultusunda geçen haftadan itibaren de, kapitalist iktisadi düşüncenin “piyasa başarısızlıkları” olarak adlandırdığımız pratikteki çöküşünü detaylandırmaya başladım ve ilk adım olarak iktisadi etkinsizliğin portresini çizmeye çalıştım.

Bu hafta ise, iktisadi eşitlikten devam etmek istiyorum.

Kapitalist bölüşüm teorisinden ayrı düşünülemeyecek bir konu, sanayi kapitalizminin sermaye birikim esaslarıdır. Piyasalar genişledikçe işbölümü artmakta, artan işbölümü beraberinde iktisadi artı değeri (üretimi) yükseltmektedir. Emek kesimi üretime sadece ücret fonu büyüklüğünde katkı sağlarken, toprak sahipleri, arazilerini kiraya vererek üretime katkı sunmalarına rağmen, israfa düşkün verimsiz kişiler olarak kabul edildiklerinden dolayı, üretim fonksiyonundaki rolünü kaybetmektedirler.

O halde sanayi kapitalizminde üretim fonksiyonunun dinamiği sermaye sınıfı üzerinden belirginleşmektedir. Sermaye kapitalizmi, sermaye sınıfının ekonomik doktrinidir.

Çünkü sermaye sınıfının en önemli karakteristiği, tasarruf ederek bu sayede sermaye birikimini sağlamaktır. O halde işçi sınıfı, toprak sahipleri ve sermaye sınıfı arasından, tasarruf ederek sermaye birikimine katkı sağlayan başat aktör sermaye sahipleridir.

Toplumun bir yıl içerisinde elde ettiği gelir, brüt (gayrisafi) gelirdir. Buna göre üretim masrafları ile artı değerin toplamından oluşmaktadır.

Brüt gelirden bir kısmı işçi sınıfına ayrılan ücret fonuna giderken, bir kısmı sermaye ve toprak sahiplerinin yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan harcamalara ayrılmaktadır. Sabit sermayenin aşınma payı ve hammadde masrafları da bu basamağa eklendiği zaman üretim masrafları elde edilecektir.

O halde brüt gelir, üretim masraflarına eşit olduğu zaman, bir sonraki yıl ancak bu yılki kadar üretim yapılabilecek, ekonomi büyümeyecektir.

Brüt gelirden, üretim masrafları düşüldüğünde geriye kalan büyüklük artı değer (net gelir) olarak isimlendirilir. O halde sermaye sınıfı ve toprak sahipleri, artı değeri tasarruf ederlerse, bu tasarruflar yeni yatırım harcamalarının finansmanında kullanılacağından, sermaye birikimi böylece iktisadi büyüme sağlanacaktır.

Ancak toprak sahipleri, israfa meyilli olduğundan tasarruf etme potansiyelleri çok zayıftır. O halde, sanayi kapitalizminde marjinal tasarruf eğilimi yüksek olan ve bu tasarruflarını yatırıma dönüştürme kabiliyetine sahip olan kimseler sermaye sınıfıdır. Sermaye sınıfının; tasarruf ederek, bu tasarruflarını yatırım harcamalarına (sermaye birikimine) yöneltmelerini sağlayan kâr güdüsüdür.

O halde tasarruf, gelir ırmağından ayrılan ve atıl tutulan bir aktör değildir. Tasarruf etmek, yatırım harcaması yapmaktır. Kuramsal çerçevesi Adam Smith tarafından ortaya konulan bu anlayışın (tasarrufun otomatik yatırıma dönüşmesi), metodolojik çerçevesi Jean-Baptiste Say tarafından say yasası çerçevesinde ele alınmıştır.

Tasarrufu, yatırım harcamalarını böylece iktisadi büyümeyi sağlayan kesim, sermaye sahipleri olduğundan dolayı, hasılanın fonksiyonel bölüşümü iktisadi büyümeyi etkileyen en önemli faktör olarak belirginleşmektedir. Daha berrak bir şekilde ifade edilecek olunursa, gelirden işçi kesiminin (ücret) ve toprak sahiplerinin (rant) aldığı pay artarsa, sermaye sahiplerinin (kâr) gelirinin azalacağı açıktır. Azalan kâr haddi ise, tasarrufları düşürecek, böylece yatırım harcamaları azalarak ekonomik büyüme yavaşlayacaktır.

Özetle iktisadi büyümenin sürmesi için, gelirden işçi kesiminin (ücret) ve toprak sahiplerinin (rant) aldığı payın düşmesi, sermaye sahiplerinin (kâr) aldığı payın yükseltilmesi bir zorunluluktur. Kâr haddi sıfırlanırsa, sistem çökecektir.

Klasik ekol, iktisadi büyüme döneminin sonucunda kâr haddinin azalacağı görüşüne inanır. Bunun ilk sebebi, sermaye sahiplerinin kendi arasında yapacağı rekabettir. İkinci sebep, en kârlı yatırım alanlarının kullanılmasından sonra geriye daha az kâr marjı olan sahanın kalacak olmasıdır.

Özetle, sanayi kapitalizminin dinamiğini oluşturan rekabet (piyasa mekanizması), sistemin sonunu getirecektir. Bu silsile büyüyen ekonomi, durağan ekonomi (büyüme durmuştur, brüt gelir = üretim masrafları) ve gerileyen ekonomiler şeklinde işlerlik kazanacaktır. Ancak Adam Smith, sanayi ve tarım sektörlerinin artan getiri ile çalışmasından dolayı, bu ihtimalin gerçekleşmesinin uzun zaman alacağına inanır.

İktisadi büyümenin işlerlik kazanması, ancak kâr haddinin ve tasarruf haddinin artması ile mümkündür. Kâr haddinin artmasını mümkün kılan yol, ücret haddinin geçimlik seviyede düşük tutulmasıdır. Tasarrufların artmasını mümkün kılan yol, gelir dağılımının adaletsiz olmasıdır.

Özetle, kapitalist iktisadi sistem gelir pastasının büyümesini, ancak bu pastadan en çok payı sermaye sahiplerinin almasını isteyen iktisadi doktrindir.