Eşyanın, insanların ihtiyaçlarını karşılaması için değiştirilmesi ve dönüştürülmesi bir gereklilik olduğundan insana düşen çalışmak, kazanmak ve kazandıklarını harcayarak ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bir başka deyişle insanın ahiret hayatında kendisine fayda verecek manevi sermayeyi kazanmasının yolu, çalışması ve kazanmasından geçer.

Necm Suresi’nin 39-41. ayetinde buyurulur;

“İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder. Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir. Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir.”

Varılacak sonuç önemlidir. İslâm dini, kuşatıcılığı ve kapsayıcılığı ile her alanda olduğu gibi iktisadî yaşamın kurallarını, kısıtlamalarını ve zorunluluklarını ortaya koymuştur. Makâsıd düşüncesine varmak isteyen, böylece ahiret hayatını kazanmak isteyen her bir mümine düşen görev bu esaslara (İslâm iktisadî esaslarına) uymaktır.

Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî’nin İhyâ’ü Ulûmi’d-Dîn adlı şaheserinin on üçüncü kitabında portresini çizdiği üç karakterdeki insan tasviri, iktisadî gayeye yönelik şer’î deliller üzerinden temellendirilen hükümlerin insan psikoloji ve karakteristiği ile harmanlamış boyutudur ki İslâm iktisadî esaslarının amacını açıklığa kavuşturur.

İmamımıza göre ilk karakter insan, dünya hayatında geçimi ile uğraşırken ahiret hayatını unutarak helâk olanlardır. İkinci karakter insan, tamamen ahiret hayatına yoğunlaşarak dünya hayatındaki geçimi ihmal eden yani ifrata düşendir. Üçüncü karakterdeki insan ahiret hayatını kurtarmak için dünya geçimi ile uğraşanlardır ki itidal olan bu zümredir. İmamımızın çizdiği üç karakterdeki insan tasviri, şer’î deliller üzerine iktisadî esasların maksadını meselenin başat aktörü insan karakteristiği üzerinden vurgulayan önemli bir bakış açısı niteliğindedir.

Şu hâlde İslâm iktisadî esaslarının amacı, insanın dünya hayatının nimetlerinden faydalanırken, ebedî olan ahiret yurdunu kazanmaktan da geri kalmaması yani dünya hayatında geçimlerini sağlarken ebedi ahiret hayatını yakacak birtakım iş ve davranışlara girmemesi, böylece geçici dünya hayatında refaha, kalıcı ahiret yurdunda felâha erişebilmesidir.

A'râf Suresi’nin 10. ayetinde buyurulur;

“Doğrusu sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”

Enbiyâ Suresi’nin 16-17. ayetinde buyurulur;

“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik, bunu asla yapmayız.”

Peygamberlerin birer meslek sahibi olması İslâm’ın, iktisadî esaslarının gayesini yansıtan maddî ve manevî değerler arasındaki itidal çerçevesine verdiği önemin bir tezahürü olarak şekillenmektedir.

Mikdâm’dan (r.a.) nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kesinlikle hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd (a.s.) da kendi elinin emeğini yiyordu.” (Buhârî, Büyû", 15)

Ebû Hüreyre"den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir coşkunluğu olduğu gibi her coşkunluğun da bir durgunluğu vardır. Şayet bu iki hâli yaşayan kimse itidalli olup orta yolu takip edebilirse onun (kurtuluşa ereceğini) umarım. Fakat (bunları samimiyetten uzak yapıp da) parmakla gösterilecek hâle gelirse onu (salih kimselerden) saymayın!” (Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 21)

İslâm iktisadî esaslarının şer’î deliller çerçevesinde maksadını yansıtan “maddî ve manevî değerler dengesi”ni yakalamanın yolu, mükelleflerin iktisadî amelleri bağlamında Allahutaala’nın rızasını kazanabilmesinden geçmektedir.

Nisâ Suresi’nin 134. ayetinde buyurulur;

“Dünya mükâfatını isteyenler bilsinler ki Allah nezdinde hem dünya hem ahiret mükâfatı vardır. Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.”

Ebû Hüreyre’den (r.a.) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Zenginlik, mal çokluğu değildir; asıl zenginlik, gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikâk, 15)