Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 22-24 Ağustos tarihleri arasında Irak’a kritik bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret; zamanlaması, muhteviyatı ve verilen mesajlar itibarıyla ziyadesiyle dikkat çekici olmuştur.

Ziyaretin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhtemel Irak gezisine yönelik hazırlık mahiyetinde olduğu ve yapılan görüşmelerde olumlu neticeler alınması halinde, Erdoğan’ın kısa bir süre içerisinde Irak’a gidebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenle Dışişleri Bakanı Fidan, başta Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, Başbakan Muhammet Şiya es-Sudani ve Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşit’in aralarında bulunduğu pek çok siyasetçi ve kanaat önderiyle görüşmeler gerçekleştirmiştir.

Yapılan görüşmelerde; terörle mücadele, ekonomi, su ve son dönemde Batılı ülkelerde gerçekleştirilen Kur’an-ı Kerim’e yönelik saldırılara karşı ortak hareket etme konuları ele alınmıştır.

Ekonomi başlığının şüphesiz en önemli konusu, Irak merkezi hükûmeti ile IKBY arasındaki anlaşmazlık nedeniyle Türkiye’nin Uluslararası Tahkim’e şikâyet edilmesi ve tazminat kararı çıkması üzerine, Mart 2023 sonu itibarıyla kapatılan Kerkük-Ceyhan petrol boru hattının tekrar aktif hale getirilmesi olmuştur. Hatta Fidan’ın Irak’a indiği saatlerde Türkiye’ye gelen Irak Petrol Bakanı Hayyan Abdulgani, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar ile bir araya gelerek bu sorunun aşılması için görüşmüşler ancak şimdilik bir netice alınamamıştır.

Ekonomi başlığındaki görüşülen bir diğer konu ise Türkiye’den Basra’nın Fav Limanı’na uzanacak “Kalkınma Yolu Projesi” olmuştur. Zira bu projenin hayata geçirilmesi iki taraf için de büyük önem arz etmektedir. Türkiye kurulacak bu hat ile doğrudan Basra Körfezi’ne, oradan da Hint Okyanusu’na ulaşma imkânı elde ederken Irak ise ürünlerini Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırabilecektir. Böylesine hayati bir proje için geçtiğimiz mart ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Irak Başbakanı Es-Sudani gerekli talimatları vermiş olup süreç işlemektedir.

Diğer bir gündem maddesi de Türkiye’den çıkarak Irak topraklarından geçip Basra Körfezi’ne dökülen Fırat ve Dicle suyunun paylaşımı olmuştur. Türkiye su konusunda şimdiye kadar elinden gelen tüm kolaylığı göstermiş olup dost ve kardeş ülke Irak’ın susuz kalmaması için önemli çaba sarf etmiştir. Ancak yaşanan iklim değişikliği kaynaklı kuraklık, Türkiye’nin de su konusunda sıkıntı yaşamasına yol açmış, bu durum Iraklı muhataplara iletilerek suyun adil paylaşımı için maksimum çaba gösterilmeye devam edileceği belirtilmiştir.

Gelelim gündemin en sıcak konusu olan terörle mücadele başlığına. 

Bilindiği üzere Türkiye, uzun süredir PKK’nın Irak topraklarında barınması ve buradan Türkiye’ye yönelik saldırılar gerçekleştirmesi nedeniyle rahatsızlık duymaktadır. PKK 2003’teki ABD işgalinden önce de Irak üzerinden Türkiye’ye yönelik saldırılar gerçekleştirmekteydi ama bu saldırılar, 1999 yılında terörist başı Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra iyice azalmıştı.

Ne var ki 2003’ten sonra bölgeyi kontrol eden ABD güçlerinin varlığına rağmen PKK’nın Türkiye’ye yönelik saldırılarında Saddam Hüseyin dönemine göre tedricen bir artış yaşanmaya başlamıştır. Hatta ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinden sonra bölgede ortaya çıkan DAEŞ terör örgütünün Irak’ın büyük kısmını işgal etmesiyle başlayan süreç, merkezi hükûmetin dikkatini başka yerlere yoğunlaştırmasına sebep olmuş ve bu boşluğu değerlendiren PKK bölgedeki etkinliğini iyice artırmıştı.

ABD liderliğinde kurulan uluslararası ittifak, DAEŞ ile mücadele ederken bölgedeki bir diğer terör örgütü olan PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’ye neredeyse bir müttefik muamelesi göstermiş ve bu terör örgütüne Türkiye’nin güneyinde bir terör devleti kurdurulmaya çalışılmıştı. Maalesef NATO müttefikimiz ABD ve beraberinde bazı Batılı ülkeler sözde DAEŞ ile mücadele kisvesi altında PYD/YPG’ye binlerce konteyner dolusu silah göndermiş, muhtelif askerî eğitimler vererek PKK’nın Suriye koluna bir devlet gibi muamele etmişlerdir.

PYD/YPG’ye giden yardımların bir kısmı ise hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde Irak’ta bulunan PKK’ya gitmişti. Irak’ta böylesine güçlenen PKK sadece Türkiye için değil, doğal olarak Irak için de büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Özellikle ordusu ve güvenlik teşkilatı tamamen dağıtılmış, kurumsal kapasitesi kalmamış, Haşdi Şabi gibi DAEŞ ile mücadele maksadıyla kurulan Şii militanlardan oluşan gücün orduya entegre edilmesiyle kendisine bir silahlı güç kuran Irak’ın PKK ile mücadele etmesi bu şartlarda mümkün değildi.

Buna rağmen aradan geçen süre zarfında Irak, yüzde yüz seviyesinde olmasa da güvenlik teşkilatını bir şekilde konsolide etmeyi başardı. Ancak oluşturulan bu kuvvetin hâlâ PKK ile yeterince mücadele edemediği, PKK’yı topraklarından söküp atamadığı görülmektedir.

Kuzeydeki bölgesel yönetimin emrinde olan Peşmerge güçleri ise merkezi hükûmetin güçlerine göre daha derli toplu ve donanımlıydı. Buna rağmen kuzeyde de işler yolunda gitmiyor, Peşmerge güçleri bazı bölgelerde PKK ile çatışsa da somut bir kazanım sağlanamıyordu.

Bu yüzden Türkiye; Irak’ın iç bölgelerinde üs bölgeleri kurmak, sınır ötesi operasyonlar yapmak ve bazen de silahlı insansız hava araçlarıyla takip edilen teröristlere yönelik nokta operasyonlar yapmak durumunda kalıyordu. Bu operasyonlar dönem dönem Irak hükûmetleriyle Türkiye’yi karşı karşıya da getiriyordu. Gerçi bu konuda maalesef İran’ın olumsuz yöndeki telkinlerinin etkili olduğuna yönelik duyumlar alınsa da nihayetinde meşru Irak hükûmetleri, Türkiye’ye yönelik itirazlarını veya kınamalarını açıklamaktan geri durmuyorlardı.

Türkiye ise her seferinde, Irak topraklarından Türkiye’ye yönelik gerçekleştirilen saldırıların önlemesini talep ediyor ve hükûmetlerin buna muktedir olmamaları halinde Türk askerinin bu operasyonları gerçekleştirmekten başka çaresinin olmadığını tekrarlıyordu.

Dışişleri Bakanı Fidan’ın Irak ziyaretindeki en kapsamlı görüşmeler de bu yüzden terörle mücadele konusunda oluyordu. PKK’nın sadece Türkiye için değil, Irak için de büyük bir tehdit olduğunu vurgulayan Fidan, “Ortak düşmanımız olan PKK terör örgütünün ikili ilişkilerimizi zehirlemesine izin vermemeliyiz. PKK'nın Irak egemenliğine meydan okumasına kayıtsız kalamayız. PKK terör örgütü Sincar'ı, Mahmur'u, Kandil'i, Süleymaniye'yi ve daha birçok Irak köylerini işgal etmiş durumdadır. Suriye ve Irak arasında sınırları yok sayarak kurduğu terör koridoruyla bu iki bölgeyi birleştirme arayışındadır. Emperyal güçlerin maşası haline gelmiş olan PKK terör örgütüne karşı Iraklı kardeşlerimizin mücadelesini her seviyede destekliyoruz. Ayrıca kendilerinden dostluk ve kardeşlik gereği PKK'yı resmen terör örgütü olarak tanımalarını da bekliyoruz.” diyerek Türkiye’nin resmî talebini iletiyordu.

Evet, dostluk ve kardeşliğin gereği olarak Irak’ın PKK’yı resmen terör örgütü olarak tanımasını bekliyoruz. İşte o zaman Türkiye’nin terörle mücadele nedeniyle yaptığı; sıcak takipler, sınır ötesi operasyonlar veya terör örgütü üyelerine yönelik Irak topraklarında gerçekleştirilen nokta operasyonlar, iki ülke arasında sorun olmaktan çıkar ve bazı ülkelerin konuyu araçsallaştırarak Irak’ta Türkiye karşıtlığı yaratma çabaları da boşa gider.

Şimdi sıra Iraklı karar vericilerde. Zira artık bu konuyu Türkiye ile yaşanan sorunların çözümünde bir koz olarak kullanma imkânları da kalmadı. Herhalde PKK terör örgütünü, Türkiye gibi güçlü ve vefalı bir komşuya tercih etmeyeceklerdir.