– Çocukken ameliyat oldun mu?

– Hayır hocam, 24 yaşında oldum.

– Niye itiraz ediyorsun çocukken olmuşsun ya işte.

– Hocam, 24 yaşında olduğum için çocuk olmadığımı düşündüm, özür dilerim.

Aynen aktardığım bu diyalog, kronik hastalığı sebebiyle virüs riskine karşı evinden çıkmasında mahzur bulunan bir hasta ile mart ayının ilk günlerinde zorunlu kontrol randevusuna gittiği bir devlet hastanesindeki doktor arasında yaşandı.

Doktor, muhtemelen günün stresi sebebiyle sinirliydi veya ideolojik saiklerle böyle davranıyordu. Bilmiyoruz. Ancak bu diyalog nedeniyle hastaya kızdığı için; normalde muayene ile eş zamanlı yapılması gereken bir görüntüleme tetkiki için tam bir hafta sonrasına gün verdi.

Yani kronik bir hastaya ‘Pandemi ortamına bir daha gel’ dedi. Bir hafta sonra ise virüs vakalarının artması sebebiyle artık o tetkikin yapılması imkânsız hale gelmişti. Nitekim hastane sekreteryası hastayı arayarak randevunun iptal edildiğini ve virüs tehlikesi geçince yeniden randevu alınması gerektiğini bildirdi. O tetkik 3 aydır virüs riski nedeniyle hâlâ yapılamadı. Bu doktor burada dursun.

Yakın bir tarihte Mehmet Akif Ersoy Hastanesi’ndeydik. Hastanede devlet tarafından vatandaşa sunulması gereken imkânlarda hiçbir eksiklik yok. Ne bir tıbbi cihaz, ne bir ilaç ya da malzeme… Ve özel hastanelerin 100-200 bin TL talep ettiği ameliyatlar, bu hastanede vatandaştan tek kuruş alınmadan başarıyla yapılıyor.

Hastane kadrosu tıp literatürüne girecek derecede başarılara imza atıyor. Kalp ve damar cerrahisinde pek çok başarılı yöntem Türkiye’de ve dünyada ilk kez bu hastanede uygulamaya geçirildi, geçiriliyor.

Günlerce eve gitmeden 8-9 saat süren operasyonlara imza atan doktorlara hayranlık duymamak, aldıkları sevaba gıpta etmemek ne mümkün…

Virüs nedeniyle tanıştığımız maske, eldiven, koruyucu önlük gibi ekipmanları yıllardır bir nöbet boyunca 8-10 kez giyip çıkaran fedakâr hemşirelere teşekkür etmemek mümkün mü?

Mehmet Akif Ersoy’a yolu düşen herkes bunlara tanık olmuştur. Allah hepsinden razı olsun.

Bu iki farklı örneği yazma sebebim sosyal medyaya düşen bir doktor şiddeti görüntüsüydü.

Görüntüler, bir hastanede vizite sırasında çekilmiş. Vizite yapan doktor, bir kadın hastaya ağza alınmayacak sözler sarf ediyor. Hasta yakını kadıncağız da o hakaretler karşısında oldukça nazik sayılabilecek bir üslup ile “bu şekilde konuşamayacağını” söylüyor doktora.

Orada erkek bir hasta yakını olsaydı o doktor aynı cümleleri kurabilir miydi? Ya da görüntülerdeki onur ve haysiyete saldırı niteliğindeki ifadelere sert bir karşılık verilseydi biz bunun adını “sağlık çalışanına şiddet” mi koyacaktık?

80’li yaşlarındaki bir yakınım vefatından hemen önce “Allah, Erdoğan’dan razı olsun” demiş, ardından şunu eklemişti: “Hastanede bana ‘Bey’ dediler oğlum, daha ne isterim.”

Bu millet, onlarca yıl ABD’deki siyahilerden beter muamele gördü devlet kurumlarında, hastane kapılarında… Ne azarlayana ses çıkardı, ne horlayana…  Türkiye’de orta sınıf içinde bu muameleye maruz kalmamış kimseyi bulamazsınız. Buna rağmen insanımız nerede doktor, kamu görevlisi görse saygıda kusur etmedi.

Çünkü bu ülkede yaşayan aklı başında herkes, 4 aydır evine barkına uğramadan çoluk çocuğunu görmeden canları pahasına virüsle mücadele için çabalayan, emeklerinin karşılığı asla ödenmeyecek binlerce sağlık çalışanını üç-beş kendini bilmez doktor ile hemşire ile aynı kefeye koymaz.

Aynı şekilde 83 milyonun içinde sayıları milyonda bir etmeyen magandalar yüzünden toplumun tamamını töhmet altında bırakıp sağlıkta şiddet gündeminin arkasına sığınarak insanları horlamak, küçümsemek da hiçbir sağlık çalışanının imtiyazı değildir.

Bu meseleyi kökünden çözmenin tek yolunu söyleyeyim. “Bu kişiyi şikâyet edersem başıma ne gelir?” diye korkmamak. Sağlıkta Şiddet yasası sağlık çalışanları açısından bu korkuyu çözdü sayılır. Şimdi aynı şekilde hasta ve hasta yakınlarının bu korkusu giderilmeli. Şikayet mekanizması sağlıklı işletilmeli…

Yoksa pirincin içindeki taşları ayıklamak için doktoruyla hastasıyla kafamıza aksiyon kamera takıp muayeneye öyle girmek zorunda kalacağız.