Eğitim doğumla başlayan bir süreç. Okul öncesi eğitimiyle şekillenen kişisel eğitim süreci bireyin ilköğretime başlamasıyla öğretim kavramının da etkili olduğu ikili bir gelişim modeline dönüşmektedir. Eğitim, elbette tüm bireylerin doğrudan ya da dolaylı katılacağı bir süreçtir ve eğitimin ve öğretimin noktalanacağı bir evre bulunmamaktadır. Bu yazımızda eğitimcilerin eğitimini ve gelişimlerini dikkatlere sumaya çalışacağız.

Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde istihdam edilen eğitimci sayısı bir milyonu aşmış durumdadır. Eğitim fakültelerinden ve fen edebiyat fakültelerinden mezun olan öğrencilerin bazıları doğrudan MEB bünyesinde atanmakta bazıları ise özel sektör dahil farklı alanlarda hayatlarını idame ettirmektedirler.

Yüksek lisans ve doktoraya ilgi arttı

Eğitimciler göreve başlasalar dahi akademik yönden gelişimlerini sürdürmek istemektedir. Tezsiz yüksek lisans kavramı öğretmenlerin pedagojik formasyon alma zorunlulukları ile hayatımıza girdi. Kariyer basamakları uygulamasında tezsiz yüksek lisan ya da tezli yüksek lisan yapan eğitimcilerin uzman öğretmen olma yolları açıldı. İdarecilerin değerlendirilmesinde doktora ve yüksek lisan diplomalarının çok belirleyici olduğu ifade edilebilir.

Hal böyle olunca eğitimciler akademik çalışmaya daha fazla Önem verir oldu. Öğretmenler kendi imkânlarıyla büyük zorluklar çekerek akademik çalışma yapacak üniversite bulmanın derdine düşmüş durumda. Derdine diyorum gerçekten de eğitimciler ancak farklı illerde akademik çalışma imkanı bulabilmektedirler. Yurt dışında doktora yapmak isteyen birey sayısı da azımsanamayacak sayıdadır.

MEB ve YÖK yüksek lisan ve doktora sürecini bir an önce başlatmalı

MEB ile YÖK arasında 2018 yılında imzalanan işbirliği protokolüne göre öğretmenlerin hizmet içi ve akademik çalışmalarında üniversiteler aktif rol alacaktı. Gelinen noktada öğretmelerin yüksek lisan ve doktora eğitimleri ile ilgili somut bir adım atılmadı. Çeşitli sivil toplum örgütleri de MEB’in 2023 Vizyon Belgesi’nde böyle bir madde olmasından dolayı eğitimcilerin akademik çalışmalarına yönelik programlarını ertelemiş durumda.

Öğretenler arasında yüksek lisan ve doktora yapacak çok nitelikli ve istekli büyük bir grubun olduğu gerçek. Bu insanların bilim camiasına katkılarının önü açılmalıdır. Öğretmenler il il gezerek fakülte odalarının önlerinde saatlerce beklemek ve ricayla, çeşitli referanslarla akademik çalışma imkânları bulmak zorunda kalmamalıdır.

MEB ve YÖK eğitimcilerin bu talebini devletin iki kurumu arasında kimsenin lütfuna bırakmadan karşılamalıdır. Milli eğitim personeli içerisinden eğitimcilerin akademik camiaya katılımları ve üniversitelere geçişleri teşvik edilmelidir. Belki de üniversitelerde öğretim kadrosu ile bilimsel çalışma yapacak farklı iki grup oluşturulmalıdır. Bu anlamda öğretmenlerin sınıf tecrübeleri üniversitelerdeki bir açığı ortadan kaldıracaktır.

Üniversiteler kampusların dışına çıkmalı, gerçek hayata dokunmalıdır

Her alanda olduğu gibi bir milyon eğitimcinin, 20 milyon öğrencinin ve ülken nüfusunun neredeyse tamamının muhatap olduğu eğitim camiasına üniversitelerin katkılarının artması beklenmektedir. Üniversite öğretim üyelerinin, dekanların, rektörlerin ve akademik camianın kampus duvarlarının arkasında sadece bilimsel çalışmaların içerisinde toplumdan uzak fil dişi kulede devam eden bir yaşam tarzını terk etmeleri gerekmektedir.

Edebiyat fakülteleri, güzel sanatlar fakülteleri, spor meslek yüksekokulları, ilahiyat fakülteleri toplum hayatına yeni yaklaşımlar getirmeli, günlük hayatın içerisinde diğer kurumlarla işbirliği yolunu aramalıdır.

Son yıllarda akademik çalışma yapmak isteyenler için önemli kriterler getirildi fakat hala objektif bir yarışın olduğunu söylemekten çok uzaktayız. Üniversiteler devletin kurumları olmalı, kendi akrabai taallügatini istihdam etmek isteyen dekanların, profesörlerin, hocaların, ideolojik grupların faaliyet alanı olmamalıdır. Üniversiteler, öğretmenlerin yüksek lisan ve doktora çalışmalarının rahatça yapıldığı eğitim kurumları olarak yeniden yapılandırılmalıdır.