Geçtiğimiz hafta Pazartesi günüydü. Sabah ezanı okunurken arkadaşlarımızla birlikte yola koyulduk. Apaydınlık bir gün, uzun ince bir yol

100 yıl önce bu zamanlar yazılmış ve kabul edilmiş olan İstiklâl Marşı’nın yazılış hikayesini marşın yazıldığı Taceddin Dergâhı’nda Türkiye Yazarlar Birliği Onursal Başkanı D. Mehmet Doğan ile konuşacak, belgesel niteliğinde olacak programı da Şehir Ekranı’nda yayınlayacaktık.

Niyet hayır olunca akıbet de hayır olur ve insana asırlık bir enerji verirmiş. Aynen öyle oldu. Hızlıca yol almak bir an önce Büyük Şair Mehmet Âkif’in kaldığı ve marşımızı kaleme aldığı odayı görmek istiyorduk.

Ankara sınırları içerisine girdik. Telefonum acı acı çalıyordu. Çekim ekibi Dergah’taki yani Mehmet Âkif Ersoy Evi Müzesi’ndeki şahsın zorluk çıkardığını iletince tüm heyecanımın köreldiğini hissettim. Araçtan indiğimde buz gibi bir Ankara karşıladı bizi. Eskişehir’de büyüyen biri olarak havanın soğuğuna alışkındım fakat insanın soğuğu ile karşılaşmak beni üzmüştü.

Taceddin Dergâhı’nın alt katından içeri girdik. Müze Müdürü olduğunu öğrendiğimiz şahsa TYB Onursal Başkanı D. Mehmet Doğan’ın davetlisi olduğumuzu ilettik. Müdür olan kişi bizimle göz teması kurmayı bile reddederek kaşık kaşık yemek yiyordu. Kilometrelerce öteden geldiğimizi ve yardımcı olmasını rica ettiğimizi söylediğimizde şöyle konuştu: “TRT bile haftalarca bizi bekledi, siz de bekleyeceksiniz. Bu işler öyle kolay değil, izninizi alın öyle gelin. Nereden geldiyseniz oraya gidin. Siz kimsiniz? Devlet kurumu olabilirsiniz, hiç önemli değil.” dedi.

Anadolu misafirperverliğine sığmayacak davranışlar sergileyen şahıs duvarlarına İstikâl Marşı’nın yazıldığı Taceddin Dergâhı’nı bekliyor. Kendimizi Sinan Çetin’in Kağıt filminin içerisinde bulduk. Ne diyordu filmde: “Devlet kağıdının yüzü en keskin kılıçtan daha keskindir!” Neyse ki bu filmin içerisinde yaşayan kişiler olsa dahi devletimizin iletişim kanalları eskiye göre daha açık. Dergah Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne bağlı olduğu için gerekli yazıları yazıp görüşmeleri yaptıktan sonra çekimi gerçekleştirebildik.

 İçeriye girdiğimizde ruhsuz bir müzeyle karşı karşıya kaldık. Hem ülkemizde hem de dünya üzerindeki müze örneklerine baktığımızda karşılaştığım bir çiğlikten ibaretti. Viktor Hugo’nun ve Jane Austen’in evlerindeki ruh herkesi büyülerken biz Âkif’e bunu reva görmüştük. Orijinal anlamda Âkif’in eşyalarını ve kitaplarını gözümüz aradı, yoktu. Yatağı olarak konulan yatak çok yeniydi. Balmumu heykelleri sanatsal açıdan çok vasattı. Anlayacağınız O’nun mirasına saygı için yapılan bu müze özensizlik kokuyordu! En azından küçük bir kitaplık yapılsa ve gelen gençlere Safahat hediye edilse ne güzel bir hizmet olurdu. Vakıflar Bölge Müdürlüğüne, Kültür ve Turizm Bakanlığına ve Cumhurbaşkanlığımıza seslenmek istiyorum: “Taceddin Dergahı’nın zincirlerini kırın ve tekrar açın!”

Bir sözüm de Dergâh’ın arka kısmındaki abdesthanelere. Ankara Büyükşehir Belediyesi ne yapıyor Allah aşkına? Bu ülkenin başkentinde İstiklâl Marşı’nın yazıldığı bu mübarek yere yakışıyor mu? Tuvalete giren insanlar kayıp düşüyor, musluklar donmuş. Bu bir vatan meselesidir.

Kültürü ve sanatı doğru yerde kullanmak bizim büyüklerimize ve küçüklerimize borcumuz değil mi?