Rusya’nın Ukrayna saldırısı, Batılı müttefikleri yeniden bir araya getirmek için stratejik bir fırsat, önemli bir kaldıraç. Zira son yılların en dikkat çeken jeopolitik hesaplaşması, NATO ile bir rakibi arasında değil, doğrudan ittifak içinde yaşanıyor.

Yakın zamanda Doğu Akdeniz’de büyüyen krizin merkezinde Türkiye, Yunanistan ve Fransa gibi NATO’nun üç üyesi bulunuyordu.

Almanya ile Rusya arasında yapım aşamasında olan Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattı projesi, Berlin ile NATO’nun doğulu üyelerini karşı karşıya getirmişti.

Başkan Donald Trump döneminde ise tarihte bir ilk yaşandı. Trump’ın yakın çalışma arkadaşlarından sızan bilgiler, seçimleri tekrar kazanması halinde Trump’ın, ülkesini NATO’dan çekebileceği yönündeydi. Bu olasılığın konuşulması bile NATO’nun kurumsal imajına zarar vermek açısından oldukça yeterliydi.

Trump’a göre Avrupa, Rusya’yı petrol ve gazını satın alarak zenginleştirirken, Amerika Birleşik Devletleri’nden, Avrupa’yı Rusya’ya karşı savunması isteniyordu. Bu durumda Avrupa, kendi başının çaresine bakmalıydı!

Ayrıca Amerika’nın Atlantik yerine Pasifik’e öncelik vermesi ve bu çerçevede Hint-Pasifik’te Çin’i dengeleme siyaseti, doğal olarak transatlantik ittifakını bir hayli aşındırıyor.  

Rusya’nın Ukrayna işgali ve Rusya’ya yaptırımlar konusu, iyi bir turnusol kâğıdı oldu ve müttefikler arası ayrışmayı bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Nitekim müttefikler, Rusya’yı cezalandırma ve Ukrayna’nın savunmasını güçlendirme hususunda ortak bir kararda bütünlük sağlayamadı.

Moskova ile ilişkileri yüksek seviyede tutan Avusturya, Rusya’yı hedef alan yaptırımları baltalamak için elinden geldiğince uğraştı. Bunun birçok nedeni vardı. Fakat Avusturya’nın, enerjiden istihbarata kadar Rusya’nın Avrupa’ya uzanan köprülerinden biri olması, bunlar arasında en dikkat çekeni.

Rusya’nın Avrupa içinde ticari ortaklarının yanı sıra ideolojik müttefiklerinin de var olması, Batı ittifakını ve özellikle NATO’yu içten içe çürütüyor. Bu doğrultuda, Sırbistan’dan Aleksandar Vucic ve Macaristan’dan Viktor Orban, Batı ittifakının mezar kazıcıları olarak görülüyor. Kimileri ise adı geçen iki ülkeyi, Rusya’nın Avrupa’daki Truva atları şeklinde tanımlıyor.

Belçika Başbakanı Alexander De Croo yaptığı bir konuşmada, Avrupalıların ABD’nin gölgesinden kurtulması ve kendi önceliklerine uygun hareket etmesi gerektiğini ifade ediyordu. Bu, oldukça önemliydi. Başkan Biden’ın, Amerika’nın küresel liderliğini yinelemeyi planladığı bir dönemde gelen bu açıklama, beklenmedik bir şaşkınlığa yol açtı.

Şurası çok açık ki Avrupa Birliği, ABD’nin hegemonik bir güç olarak sahneye dönmesine tam olarak ikna olmuş değil. Benzer şekilde Avrupa vatandaşları da “Önce Amerika” politikasına sıcak yaklaşmıyor. Her ne kadar ABD ve Avrupalı liderler yeniden canlandırılan bir ittifakın çığırtkanlığını yapıyor olsalar da Avrupa’nın geneli, stratejik özerklik taraftarı.

Batı, Rus saldırganlığı sayesinde yeniden birleşmeye çabalıyor, ama bunun sanıldığı kadar kolay olmayacağı çok açık. Her şeyden evvel, Soğuk Savaş Dönemi’nden daha karmaşık bir yapı söz konusu. Devletler, kutup siyaseti yerine daha fazla özerklik talep ediyor. Ayrıca Avrupa ile Amerika’nın tehdit algısı arasındaki uçurumun mesafesi giderek artıyor. Bu yüzden NATO’nun sınavı, peyderpey zorlaşıyor. Müttefikler önce bu sorunların üstesinde gelmeli. Aksi halde Çin ile yüzleşme, büyük bir fiyasko getirebilir!