Mesen, sanat koruyucularının ortak adıdır. Kökeni de Roma dönemine dayanır. İmparator Augustus’un yardımcılarından Clinius Maecenas o dönemde sanatçılara, özellikle de şairlere destek olmuştur. Maecenas’ın adı evrilerek Türkçe’de “mesen” kelimesine dönüşmüştür. Aynı kelimeden dönüşerek, Almanca’da “maezenatentum”, Fransızca’da “de mecenat” İspanyolca’da “mecenazgo”, İtalyanca’da “maesenastisme” sözcükleri “sanat koruyuculuğu” anlamını verir.

Hemen hemen bütün dillere girmiş olan bu kelime ortak bir anlamı ifade eder: “ Sanatı korumak”.

Mesenlik, kelime kökü itibariyle bizi Roma’ya götürse de orada başlamış bir şey değildir. Roma’dan önce de sanatı ve sanatçıyı koruyan kişiler (zümreler) vardı. Bu, bugün de var. Yarın da olacak. Çünkü koruyucuları olamazsa sanat yükseklere çıkamaz. Var olur ama kendini geliştiremez. Nefes alır ama ince bir ruh üfleyemez. Üfleyemez çünkü sanat ince bir yaşamı gerektirir. İnce yaşam da duyarlılıkları. Başkaları için yaşamayı. Bu da parayı. En azından ele güne muhtaç olmayacak kadar maişeti.

Sanatçının yaşamak için diğer insanlardan daha mı fazla paraya ihtiyacı vardır? Hayır. Ama sanatını yapmak için evet. Çünkü sanat, masraflı bir şeydir. Sanat yaşamaktan daha fazlasıdır. Yapmakla, inşa etmekle ilgilidir. Maddeyi güzelleştirmek ve ruhu inşa etmekle ilgilidir. Sanatçı bunu her şeyden önce yaşayarak yapar. Sanatçının hayatı başlıbaşına sanattır (öyle olmalıdır). Sanat gibi yaşamak her an bir yerde esere durmaktır. Bu, zor ve cerbezeli bir şeydir. Çok çalışmayı gerektiren bir şeydir. Devamlı yenilenmeyi. Devamlı yenilenmek ve kendini unutur gibi çalışmak sanatçının asli görevidir. Çünkü dünya dönüşmektedir. Kabuk değiştirmektedir. Sanatçı bunun dışında kalamaz. Sanatçı da kendini yeniler. Hatta bu yenilenmeye yön verir. Gelecek çağda yaşar sanatçı. Zamanına ruh kattığı gibi yol da gösterir. Asla yetinmeyen bir özelliği vardır. Güzelliğe vurulmaktan ve hep daha iyisine yazılmaktan geri duramaz. Mükemmeli arar. Bulmak gibi bir derdi yoktur. Onun için bunu yaşamak her şeyden evladır. Bulduğunu, keşfettiğini mükemmelleştirmektir zaten onun işi. Bu yüzden kendisiyle yarışır sanatçı. En büyük rakibi kendisidir. İnsanların iltifatlarını önemsese de hepsi kendini tanımak ya da kendinden çıkmak için bir vesiledir en fazla. Bu öyle ince bir noktadır ki, dengeyi kaçırabilir bazen sanatçı. Megalomanlaşır. Kendine tapmaya başlar -Sanatçı egosu denilen şey bundandır.- Yaptıklarını kendinden bilmeye ve Tanrı’yı unutmaya başlar. Bu düşüşüdür sanatçının. Hem de zirvedeyken düşüşü. Onun en büyük imtihanı budur. Kendisiyle olan. Bu imtihanı kazanan çok az sanatçı vardır. Ruhuna diş geçiren ve ego denilen köpeği ehlileştirip sanat yapmaya devam edebilen az sayıda sanatçı vardır.

Egosuna yenilsin ya da yenilmesin fark etmez, sanatçının koruyucuya ihtiyacı vardır. Sanatın ve sanatçının korunmaya ihtiyacı vardır. Çünkü sanatçı güzelliğin peşindedir. Güzellik de insanın su ve ekmek kadar muhtaç olduğu bir şeydir. Dolayısıyla sanatçı insanın kendisine susadığı ve olmazsa olmazı olan güzelliği aktararak ya da varlayarak hayati bir işlev görür. Bu hayati işlevi görmesi için sanatçının desteklenmesi gerekir. Çünkü Süleymaniye’nin kubbesindeki kalem işleri, Sultanahmet’teki çiniler, başlıbaşına bir sanat ve mühendislik şaheseri Selimiye, Michalengelo’nun Sistine Şapeli’ndeki freskleri, Da Vinci’nin “İsa’nın Son Yemeği” veya Picasso’nun “Guernica”sı destek görmeden altından kalkılacak eserler değildir. Bu durum Fuzuli’nin Su “Kasidesi” ya da Ruhi’nin “Terkib-i Bend”i için de geçerlidir. Sanatçının üretebilmesi ve hıref ehli olarak ayakta kalabilmesi için, ona inanan, onu destekleyen insanlara ihtiyacı vardır. Geçmişimiz bunun mümtaz örnekleriyle doludur. Başta Fatih Sultan Mehmet olmaz üzere hemen hemen bütün Osmanlı padişahları birer mesendirler. Kendileri de sanat erbabı olup, şiir, resim, müzik ya da marangozluk vb. alanlarında ustalaşmışlardır.

Mesenlik kurumu o kadar önemlidir ki, toplumları derinden sarsan hareketlerin tetikleyicisi olabilirler. Bunun en önemli örneği Rönesans’tır. İtalya’dan başlayıp bütün Avrupa’yı tesiri altına alan sanat-siyaset hareketi Rönesans Floransa’dan yükselmiştir. Arkaik çağlarda çok önemli olmayan Floransa, Rönesans hareketiyle beraber Avrupa’nın gündemine oturmuştur. Rönesans’ın başlayıp yaygınlaşmasını sağlayan ise başta Medici ailesi olmak üzere Mesenlik kurumudur. Zaten mesen deyince dünyada ilk akla gelen aile isim babası Maecenas’tan çok Floransalı Medici ailesidir. Medici ailesiyle beraber diğer mesenlerin desteklemesiyle sanatçılar, yeni buluşlar peşinde koşmuş, sanat başta olmak üzere getirdikleri birçok yenilikle, yeni bir dünyanın habercisi olmuşlardır. Avrupa’da en önemli sanat destekleyicilerinden biri de Vatikan olmuştur. Vatikan yüzyıllar boyunca en büyük sanat alıcısı olmuş, mimariden resme ortaya çıkan şaheserlerin arkasındaki itici kuvvet olmuştur. Eğer Vatikan ve mesenler olmasaydı, bugün tanıdığımız birçok büyük isimden dünyanın haberi olmayacaktı belki de. Çünkü Da Vinci, Michalengelo başta olmak üzere hemen hemen büyük sanatçıların hepsi, sanat koruyucularının desteğiyle ayakta kalmış ve yeni denemelerle sanatlarını geliştirmişlerdir.

Bu durum bizde de öyledir. Eğer padişahın ve imparatorluğun gücü olmasaydı ne Mimar Sinan Mimar Sinan olabilirdi bugün ne de Fuzuli Fuzuli. Nedim’i hiç kimse tanımazdı, Lale Devri ve imparatorluğun geçirdiği değişim olmasaydı. Padişahın ihsanları var etmiştir birçok sanatçıyı. Onlara yeteneğini bahşeden sultanlar değildi belki ama yeteneklerini açığa çıkarıp boy atmasının imkanını veren genelde emir sahipleri olmuştur. İnsanın dünyada hoş bir sada bırakmak gibi bir derdi varsa ve adını sonraki çağlara yazdıran kazandığı zaferlerden çok yaptığı ya da yaptırdığı eserlerse, sultanların sanatçıları sevmesi eşyanın tabiatındandır. Şöyle ki: Osmanlı sultanlarından 1. Ahmet’i kazandığı hiçbir seferden, fethettiği hiçbir şehirden hatırlamıyoruz ama adına yaptırdığı camiden yükselen ezanlarla sabah akşam anıyoruz. Bir meydana isim veren ve muhteşem çinilerle süslü camisine kitaplardan hikâyelere bolca yer veriyoruz.

Bu sanatın gücüdür. Sanatın kavram üretme ve onu yerleştirme gücüdür. Bu yönüyle felsefeden bile daha etkili örnekleri vardır. Bu gücü kullanmak gerek. Sanatın güzelliği arayan ve onu insanlarla buluşturan misyonundan daha fazlası olduğunu görmek ve onu kullanmak gerek. Birçok sanat erbabı mesenlerini beklemekte bugün. Sanatta ve hayatta çığır açacak gücü kendisine sağlayacak mesenlerini beklemekte bugün.

Bu yüce amaçlardan anlamayıp derdi sadece para olanlar varsa, onların anladığı dilden de konuşayım. En değerli yatırım sanatadır. Ve en çok kazandıran. Sadece kime oynayacağınızı iyi bilin yeter