Devam edelim.

Modern okul tipinin proje safhalarında, dünya kamuoyuna, hızlı üretimin sürekli tüketimi mecbur kıldığı dedikoduları yayılıyordu. Üretim küçük bir kesimde tekelleşmeli, kalanlar ise üretimin müşterisi olmalıydı. Okullar, bu dayatılmış mecburiyeti toplum çapında iradeleştirecek davranış biçimleri ve duygu alışkanlıkları üreten insan fabrikaları olacaktı…

İhtiyaçtan çok kâra odaklanacak yeni üretim formlarına daimî talep gerekiyordu. Talep oluşturmak için de zihinlere arzu tohumları serpmek şarttı. Bunun en etkili yolu toplayıcı ve bütünleştirici bir eğitim usulüydü. Ayrıca yalnız nesne boyutunda değil şuur bazında da seri tüketim meşrulaşacaktı. Mümkünse yeni fikirler üretilmeyecek, bandrol basılan ayıklanmış fikirler belli çizgileri aşmadan tekrar tekrar tüketilecekti….

Yeni okul fikrinin, dünya ölçeğinde kabul görüp icraata geçmesi lazımdı. Türlü uzmanlık alanları piyasaya salındı. ‘’Eğitim Psikolojisi’’ bunlardan biriydi. 1920’lerin sonunda Eğitim Psikolojisi’ni algı pazarına açan okul olan Columbia Teachers College; Rockefeller ve Carnege gibi vakıflarından büyük bağışlar alıyordu. Bu yardımlar ilk değildi. 1890’lı yıllardan beri sanayi babaları; eğitim idarelerine, bilimsel araştırmalara ve belirli yazar kadrolarına ciddi yatırımlar yaptılar.

Rıza kültürünün yayılması için bilimin sermayeleşmesi elzemdi.

1933’ün 11 Nisan’ında Rockefeller Vakfı başkanı Max Mason, İnsan Davranışının Kontrolü konulu efektif bir program başlattı. Okullar mevcut programın odak noktasıydı. Okul kodeslerinin mahkûmları olan çocuklar, davranış psikolojisi gözlemleriyle yönlendirilecek; hissi, fikri ve fiili refleksleri yönetilecekti. John Gatto, Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı kitabında, yapılanları 1932’de 400 siyahi insanın vahşice maruz kaldığı Tuskegee Frengi Deneyi’ne benzetmişti….

Evet, Yeni Düzen’in zencileri; ırkı fark etmeksizin dünyanın bütün çocuklarıydı.

Alman asıllı Herman J. Muller’i de hatırlayalım. Muller, belli ölçülerde Darwin ve Galton ile düşünce ortağıydı. Yani taze yığınlar, genetik müdahalelerle seçkin/ideal insan tipine evrilebilirdi. Sermaye baronlarından ve çeşitli bilim çevrelerinden destek gördü. Hatta çalışmalarıyla Nobel ödülünü kazandı. Nobel ödüllerinin halis başarı hikayelerinden ibaret olmadığını da unutmayalım. Tabii ki mevzu sadece biyolojik ihtiraslarla alakalı değildi. Zira fizyolojik dokunuşlarla, düşüncenin genetiği de tahrif edilebilirdi…

Yani modern eğitim, çaylak zihinlerde oynanacak yap-boz kurgusunun en meşru zeminiydi. Ve sosyo-psikolojik baskılarla zemine oturtulan hedef ırk (çocuklar), bilinç boyutunda öjenik müdahalelerle ıslah edilmeliydi. Çocuklar kendilerine yabancılaştırılmalı, tektip bir ide yasasının emrine girmeliydi. Bu yolla her özgün(!) kişilik, ancak sınırları çizilmiş ölçüde özgün olabilirdi. Dolayısıyla en yırtıcı sistem eleştirileri, en yayılımcı uyanış hamleleri dahi; eninde sonunda sistemin potasında eriyecekti…

Üzerine çok konuşulacak bir konu bu… Kan donduran ‘’tesadüfler’’, kirli ilişkiler ve ciddi ilmî manipülasyonlar söz konusu. Şimdilik şöyle bitirelim:

Eğitim olarak tanımlanan faaliyetler bütünü; cehaleti canileştiren, beyni sahralaştıran ve kimliği (klon)laştıran bir silah sanayii aslında. İmalathanelerine de okul ismi veriliyor. Ve yetiştirilen her ‘’ürün’’, namlusuna doldurulan kurşunlarla birlikte, oligarşik sermayenin sömürge aracı olarak sosyal hayata dahil ediliyor.

Neyse, biz çocuklarımızı okula gönderelim de adam olsunlar.