“Yaşamak yaralanmaktır” diye söylemiş Cemil Meriç. Pek çok yerde ve pek çok defa olduğu gibi yine ne güzel ne doğru söylemiş. İnsan yaşadıkça yara alıyor ve yaşlanmak denen de o yaralar yüzünden oluyor belki de. Ve tecrübe denen şey de o yaralardan kalan izlerin ta kendileri. Yani öyle olmalı. Yoksa bu meselde ahkâm kesmek ve hamasi cümleler kurmak her ne kadar kolay olsa da hakikat öyle değil. Zira insan her yaşında bir sonraki yaşta olana göre genç ve tecrübesiz. Kaç yaşında olur olsun yeni bir şey öğreniyor.

“Öğrenmek son nefese kadardır” diye boşuna söylemiyorlar yani. Son anına kadar bir şeyler öğreniyor kendine “can” sırrı lütfedilmiş her varlık. Ve bu dünyada en sonra öğrendiği de “ölüm” sırrı oluyor. Ve evet, benim de kurduğum bu cümleler hamasi cümleler ve bu yaptığımın adı da ahkâm kesmek.

Anlamak zor oluyor, anlaşılmak daha zor ben de biliyorum. Bazıları anlamak ve bazıları da anlatmak için yaşıyor belki de. Hangi taraftayım ya da hangi tarafta olmak isterdim diye düşünüp de bir tercihte bulunamıyorum. Şöyle gönül rahatlığıyla “evet, bu” diyemiyorum. Belki de yaşamak biraz da iki tercih arasında kalmak demektir. Zor yani, hatta belki de zordan da zor.

Son zamanlarda etrafta en çok ve en fazla gördüğüm yaptığı görünsün diye ya da yapar gibi görünsün diye çırpınan insanlar. Oysa iyi olanın, güzel yapılanın -kabul ediyorum, geç de olsa- görünmek, bilinmek gibi bir huyu hep vardır. Ama insan yaptığını göstermeye çalışınca ne bileyim en hafif tabirle eğreti oluyor, itici geliyor. Ve keşke diyorum insan yaptıklarını birileri bilsin, birileri görsün diye yapmasa. Bilse ki kimse bilmese de bir bilen var ve karşılığını verecek de onu taltif edecek de yalnızca O. Ama öyle olmuyor. Yani istemek yetmiyor çoğu zaman. Ama insan işte, istiyor.

Hazreti Ebu Bekir’in halifeliği döneminde bir ara Medine’de kıtlık baş gösterir. Tam da o sırada Hazreti Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmiştir. Kervanı görenler, buğday satın almak için koşuşurlar. Hatta bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ederler. Hazreti Osman ise “Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” der.

Ashâb, mahzun bir şekilde oradan ayrılıp halife Hazreti Ebu Bekir’in yanına varırlar. Vaziyeti anlatıp Hazreti Osman’ın bu tavrına üzüldüklerini bildirirler.

Hazreti Ebu Bekir ise bu halin ardında muhakkak bir hikmet bulunduğunu sezerek:

– “Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz. Herhalde siz onun sözünü yanlış anladınız” der. Ardından beraberce Hazreti Osman’a giderler. Hazreti Ebu Bekir

− “Ya Osman! Ashâbsenin bir sözüne üzülmüştür” deyince Hazreti Osman:

− “Doğru Bunlar bire yedi veriyorlar, hâlbuki onlardan daha hayırlı olan Allah bire yedi yüz veriyor. Ben de buğdayı, bire yedi yüz vererek alana sattım” buyurur.

Sonra da yüz deve yükü buğdayı, Allah rızası için Medine fukarasına dağıtır. Kervandaki yüz deveyi de kurban eder.

Ezcümle illa biri bilsin istiyorsak O zaten biliyor.