Dostluk, kardeşlik duygusu ile toplumu ayakta tutan, bir araya gelişi sağlayan, merhamet akışını hızlandıran yardımlaşmanın, iç dünyamızda ve sosyal hayatımızda rolü çok büyüktür.

            Tevekkül ile güzelleşen kalbin; inceliği, hassasiyeti de bir başkadır. ‘Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe( gerçek) iman etmiş olamaz. (Buhari, iman; Müslim, iman,71) Hadisi şerifte de beyan edildiği gibi din kardeşlerimizi, incelikler ile düşünmeliyiz.

Ramazan ayında, titiz, hassas, rencide etmeyen bir yardım bilinci ile ihtiyaç sahiplerinin yanında olacağız. Yardım geleneği ile değil, ekmeğini paylaşan bir anlayışı vazife bilmeliyiz. Annemim şu öğüdü ile büyüdüm: Elindekinin en iyisini ver. Kullanmadığını, yiyemediğini, çöpe atacağını hiç verme. Bu seni israftan da korur. Çocuklar hassasiyet şuurunu ailede kazanırlar.

Yardım denilince ilk akla gelen, temel gıdalardır. Belediyeler zaten vatandaşın kuru yiyeceklerini karşılıyor. Yabancılar veya kendi vatandaşı arasında hiç bir ayrımcılık yapmadan, ötekileştiremeden yardıma ihtiyaç olan her aileye el uzatmaktır belediyecilik. Eğer bir bölgede bebek sütsüz, okula giden çocuk yiyeceksiz kalmışsa bu belediyelerin sorumsuzluğudur. Ve burada insani duygular yitirilmiştir.

Özgürlük, ekonomik güç ve sanayi gibi birçok kolda ülkemize örnek olarak sunulan Avrupa’da belediyeler, haftada iki defa yardım alması gereken ailelere gıda yardımı yapıyorlar. Belediyelerde oluşturan özel gönüllü ekipler, belli aralıklarda mağazalarda stant açarak, halktan topladıkları yardımı ihtiyaç sahiplerine sunuyorlar. Dolaylısı ile kuru gıda ile sınırlı bir yardım olmuyor ailenin her türlü ihtiyacını karşılamış oluyor.

Bulgur, makarna, kuru fasulye, yağ, şeker gibi ana ihtiyaçlar belediyeler tarafından karşılanmakta. Yardım denilince akla eşittir, kuru gıda gelmemeli. Et, kıyma, balık, tavuk, salam, sucuk, reçel, süt vs gibi ürünler de eklenmeli. Özellikle ramazanda yardım kolisi geleneğini değiştirmeliyiz.

Bundan birkaç yıl önce bir anneyi dinlediğimde içim parçalanmıştı. “Biz çocuklarım ile çorba ile sahur ve iftar yaptık. Bir defasında gelen yardım kolisini çocuklarım, öyle bir heyecanla açtılar ki, belki çikolata, çokokrem, peynir çıkar diye. Oysa ben biliyordum içinden ne çıkacağını. Çocuk ve ümit işte! Çocuklarım sessizce odalarına gittiler. Büyük kızım ‘Anne fakirler et, peynir yememeli onlar da haklı.’ Cevap veremedim dedi.” Her Ramazan geldiğinde bu hikâye boğazımda bir düğüm olarak kalır.

Dijital çağın getirdiği farklı yenilikler, gençleri sorgulatan bir karaktere dönüştürüyor olduğunu unutuyoruz. İnternette tüketim çılgınlığının hat safhada olduğunu gören çocuklarımız, yardım kolisini de eleştiriyorlar haklı olarak.

Kendi evimizde; et, tavuk, balık ile iftar yaparken, yardım kolisine; bulgur, makarna, şehriye, kuru fasulye koyuyorsak merhamet ve vicdan duygumuzu bir defa daha gözden geçirelim!

Ramazan kolimiz farklı olsun. İki üç aile birleşip, et, kıyma, peynir, reçel koyulabilir kolilere. İki paket makarnayı iptal edip, en azından konserve ton balığı ilave edilebilir.

İhtiyacı olana, en güzelini sunma zarafetini kazanmalıyız. İnsan olmanın inceliğini kuşanmak, karşıdakinin yerine kendine koymak ile olur. Çoğunun kendinden başkasını düşünmediği, her şeyin sığlaştığı bu çağda, yoksula yardım elini uzatarak, çocukları- gençleri yarınlara hazırlamak, ailelere ümit olmak incelikli bir ruhun görevidir.