Dün olduğu gibi bugün de Akdeniz’in hem uluslararası siyasette hem de uluslararası ticarette önemli bir ayrıcalığı vardır. Bu nedenle Asya ile Avrupa, Afrika ile Avrupa arasındaki jeopolitik kaygıların ya da fırsatların dağılımında, Akdeniz her zaman anahtar bir vazife üstlendi. Şimdi de Doğu Akdeniz’deki gaz keşifleriyle birlikte Akdeniz’in uluslararası politikadaki ağırlığının daha da arttığı biliniyor.

Yukarıdaki nedenlerden dolayı küresel güç iddiası taşıyan her devlet, Akdeniz’de var olmak ya da en azından etki kurmak istemiştir. Hele bu devlet Rusya gibi tarihi bir ülküsü olan bir devletse, Akdeniz’de oyunun kuralları veya oyuncuları her değiştiğinde pozisyonunu ona göre yeniden şekillendirecektir. Bilindiği üzere Çarlık Rusya’sından günümüze Akdeniz’in Rus dış politikasında özel bir yeri olmuştur. Bu yüzden Moskova’nın Doğu Akdeniz’deki askerî ve siyasi varlığını; koruyucu, genişletici ve derinleştirici hamleler yapması beklenen bir durumdur. Bugün Rusya’nın “Akdeniz’e inme” siyasetini etkileyen faktörlerin arasında petrol ve doğalgaz da bulunuyor.

Bu nedenle öncelikle Rusya’nın petrol ve doğalgaz üreticisi ve satıcısı bir ülke olduğunu hesaba katmak gerekiyor. O yüzden petrol ve doğalgaz üreten, dağıtan ve alan ülkeler, Rusya için nitelik arz etmektedir. Demek ki Rusya’nın hem ekonomik kalkınmayı sağlayabilmesi, hem de uluslararası ilişkilerde etkin bir güç olabilmesi, enerji denklemini iyi yönetmesine bağlıdır. Bu minvalde Rusya, Baltık Denizi ile Karadeniz’in güvenliğine oldukça dikkat ediyor. Zira enerji ihracatının güvenli ve istikrarlı bir şekilde yürütülmesinde bu iki deniz, ayrı bir jeopolitik değere haizdir. Kırım ve Ukrayna’da yaşanan hadiselerin büyük ölçüde bu kaygıdan doğduğu söylenebilir.

Arap Baharı ile başlayan süreç, ABD ve AB’ye duyulan güveni ortadan kaldırdığı gibi Rusya’ya da yeni bir kapı araladı. Böylece Rusya, Suriye’den Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyaya siyasi ve askeri olanaklarla kolayca yerleşebilme fırsatı yakaladı.

İtiraf etmek gerekiyor ki Rusya’nın en büyük gücü, bölgede ne yapacağını ve de ne yapmayacağını diğer devletlere nazaran daha iyi biliyor olmasından ileri gelmektedir. Mesela ABD, İsrail’in politikaları belirli bir netlik kazanıncaya kadar bu hususta türbülanstan çıkamadı. Hatta Türkiye bile belli bir bocalama döneminin ardından daha tutarlı bir yol izlemeye başladı. İşte bu belirlilik ve kararlılık, Rusya’nın bölgedeki nüfuzuna bir kaldıraç etkisi yaptı.

Bu belirliliğin ve kararlılığın ardındaki en belirleyici faktörün, Rusya’nın stratejik enerji kaynaklarını rasyonel bir şekilde yönetme ihtiyacı olduğunu ifade etmek icap ediyor. Dolayısıyla Kuzey Afrika ya da Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin hiçbir surette Rusya’nın Karadeniz ve Baltık Denizi’ndeki enerji projelerine gölge düşürmemesi elzemdir.

Böylesine hassas ekonomik ve politik bir düzende Rusya’nın, öncelikle Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki bölgesel çatışmaları desteklediği, ardından kendi çıkarlarına uygun bir mutabakat süreci başlatmasında, yukarıdaki siyasetin etkisi oldukça yüksektir. Libya krizine de bu açıdan yaklaşmak önemlidir.