Biri şiirden hoşlanmadığını söylediğinde, ne diyeceğimi bilemiyorum.

Sadece şiire değil, herhangi bir sanat türüne böyle bir laf edenle irtibatım zayıflıyor.

Roman, hikâye, müzik veya resimden hoşlanılmadığı söylense de durum değişmiyor.

Bunun bir keyfiyet değil, eğitim meselesi olduğunu nazikçe anlatmaya çalışıyorum.

Filancanın şiiri, falancanın romanı veya resminden hoşlanmıyorum demek başka.

Sıradan insanların böyle lâflar etmesini garipserken, yazar-çizer takımından benzer ifadeler duyunca çok ayıplıyorum onları.

Meşhur bir romancı “şairleri minimalist” bulduğunu söylediğinde şaşa kalmıştım. Lâf ishali olmuş gibi konuşan ve konuştuğu gibi yazan bu yazarın, yirmi beş, otuz formalık romanlarından birisini “Şiir gibi bir roman” diye nitelediğini hatırlatmam canını sıksa da, tuğla kalınlığındaki romanının, bir dosya kağıdına sığan şiirle, eser bütünlüğü bağlamında eşdeğer sayılması zoruna gidiyor olmalı.

Diyecek bir şey yok.

Herhangi bir eseri beğenip beğenmemek kişinin paşa gönlüne kalmış.

Ancak, bir sanat türüne tavır alınması cahilâne.

Benzer tavrı şairlerde de görüyorum. Divan Şiiri’nden, Hece Şiiri’nden yahut Serbest Şiir’den hoşlanmıyorum filân derken, halt ettiklerinin farkında değiller.

Bu defa total bir hoşlanmama durumu yok fakat, bu tarz yaklaşımlar hoş değil.

Kim bilir, belki de doğru ifade edemiyorlar dertlerini.

Divan Şiiri’nden hoşlanmamak ne demek?

“Anlamıyorum” dersen bak bu anlaşılır bir durum.

Tamam, Müslümanların, resim ve heykele bakışlarının altındaki argümanları biliyoruz. Ressam ve heykeltıraşların hesap gününde sigaya çekileceğini uyduranlar, bir romancı ve hikâyeciye gelince, kurguları içinde, her birinin kaderini keyfince yazdığı, konuşturduğu, aşık ettiği, öldürdüğü kahramanları üzerinden yürümüyorlar. Mantık bir yerde duruyor demek.

Kitaba tapanları görmediklerindendir belki de kim bilir?

Şaka bir yana, Kur’an-ı Kerim’in okunmayıp, kutsal bir ikon gibi duvarlara asılmasının da bir putlaştırma olduğunu söylesem hır çıkarır bu zihniyet.

Meseleyi bağlamından uzaklaştırdığımı sandınız değil mi?

Şu, kategorici zihniyet, romanı sevip şiir sevmeyen, resim ve heykelden nefret etmeyi başarabilen zihniyet canım.

Bu zihniyete, dini rivayetlere tutunduklarında durun sıkıysa karşılarında.

Densiz, ukalâca ve cahilâne tepkiler gırla.

Geçenlerde Facebook’ta paylaştığım aşkî bir mısranın altına müstear isimli biri “Bu yaştan sonra, hakiki aşkın peşine düşseniz biraz da” diye bir cümle yazdı.

Oysa ben, Allah’ın bu yaşımda karşıma çıkardığı hakiki aşkımın, hakiki ilhamıyla yazmıştım o mısrayı.

Görüyorsunuz mesele vahim.

Sanatla irtibat ve ünsiyet kurmak lazım. Bunun en güzel yolu, kendinizi bir sanat eserinin muhatabı kılmanızla mümkün.

Yeter ki, bir şiir okumak üzere harekete geçin. O şiir sizinle irtibat kurar.

Resim sanatından anlamadığınızı düşünseniz bile, bir sergi salonuna dalın, rastgele bir tablonun karşısında durup dikin gözlerinizi.

O resim, çizgi, renk ve bunların harmonisiyle sizinle irtibat kurar.

Sanat eserine bir fırsat vermeniz yeter.

Hiç şüpheniz olmasın, sanat eseri üzerine düşeni yapacaktır.

Hepsi bu.

Selametle.