İrite edici bir cümle.

Kelimeler, “sen kimsin ve neyi temsil ediyorsun” diyor. Âdeta tarafını sorgulatıyor!

Kimin dostusun? Tarafın kimden yana?

Anlam verememiş olabilirsiniz…

Cümlenin kime yönelik ifade edildiği ve zemini çok önemli.

Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Aksa Tufanı operasyonu sonrası İsrail’i ziyaret ettiğinde “Buraya ben, bir Yahudi olarak geldim.” açıklamasını yapmıştı.

Sonrasında Blinken, Filistin tarafına geçti ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı ziyaret etti. Abbas, Amerikalı Yahudi bakana; “Burada senin de evin olmalı.” cümlesini kurdu.

Hiç mi içi sızlamadı acaba?

Filistinlilerin temsilcisi olduğunu unutmuş muydu?

Evleri gasbedilen Filistinlilerin sorumluluğunu hiç mi hissetmedi?

Batı Şeria’da binlerce Filistinlinin evine el koyulurken, binlerce Filistinli sokağa atılırken, bu Filistinliler dede yadigarı evlerinden atılıp mülteci kamplarında yaşamaya mahkûm edilirken Mahmud Abbas bu cümleyi nasıl kurdu?

Filistin topraklarında “yerleşimci” adı altında Filistinlilerin evini çalan sivil görünümlü teröristler yetmemiş gibi bir de Amerikan dışişleri bakanı da toprak satın almalıymış, kadim Filistin’de evi olmalıymış öyle mi?

Bu açıkçası ihanetin en net ifadesidir.

Mahmud Abbas Filistinlilerin gerçek lideri olsaydı Blinken kendini ziyarete geldiğinde tıpkı Türkiye’nin haykırdığı gibi sözde yerleşimcilerin hırsız olduğunu ortaya koyar, sürgün edilen Filistinlilerin hakkını savunur ve Gazze’de büyük mücadele veren Hamas’a destek verirdi.

Oysa Abbas Filistinlilerin özgürlük mücadelesine bayraktarlık yapmak yerine, Filistinlilerin potansiyel gücünü etkisizleştiren ve kontrol altında tutulması adına işlev gören bir aparat konumunda yer alıyor.

Her gün ama her gün Batı Şeria’nın sokaklarında volta atan İsrail işgal güçleri, Filistinlilere caydırma politikası yürütüyor.

İsrailli ekipler rastgele seçtikleri evlere gerekçesiz bir şekilde gece yarısı baskın düzenliyorlar. Bu görevliler “Enselerinde olduğumuzu sürekli bir şekilde hissetmeleri gerekir.” diyorlar.

Gece ikide, üçte evinize baskın yapıldığını düşünün.

Eşiniz, çocuklarınız sıraya diziliyor. Çocuklarınızın önünde şiddete maruz kalıyorsunuz. Postallarıyla girdikleri evi darmadağın ediyor İsrailli askerler ve sonra çıkıp gidiyorlar.

Geriye kalan şeyse çocukların gözünde korku ve panik oluyor.

Bazen yine gerekçesiz bir şekilde “terörist” ilan ediliyorsunuz.

Telefonunuzda yazılı olmayan mesajlar üzerinden itham ediliyor ve on yıllarca mahkûm ediliyorsunuz.

Ailenizden hiçbir yakınınız sizi bulamıyor.

Evinizin basılması, kodese tıkılmak, işkence görmek için siyasi ya da askerî bir faaliyete dâhil olmanıza gerek yok.

Stabil bir halk olarak günlük yaşamın bir parçası konumunda hiçbir güvenlik faaliyetinde bulunmamışsınız. Sıradan bir Filistinlisiniz.

İşte zaten suç olarak, bu sizin için yeterli sayılmakta.

Filistinli olmak…

Kendisine teklif edilen astronomik rakamlara karşın evini satmadığı için.

Mescid-i Aksa’yı ribat toprağı görüp nöbet tuttuğu için.

Kaçmadığı, korkmadığı ve direndiği için… Suçlu addediliyor!

Tüm bu zulümler 75 yıldır sürmekte.

75 yıldır direniyor Filistin.

Ve en çok da maaşını İsrail’den alan sözde Filistinli siyasi yapılanmalar vuruyor en büyük darbeyi.

Mahmud Abbas kendine göre gün sayıyor.

Hamas’ın tasfiye edilmesini bekliyor.

Sözüm ona Gazze’yi de o yönetecekmiş…

Çok plan yapılıyor ama Hamas’ın kazanma ihtimalini daha yüksek görüyorum.

Dindar bir yaşam tarzına sahip ve dinî köklerine derinden bağlı bir grup olarak Hamas, desteğini halkından almakta.

Dolayısıyla kendi toprağına Yahudileri davet edenler değil, topraklarını özgürleştirme mücadelesi verenler kazansın diliyorum.