Diriliş düşüncesinin mimarı şair, yazar, mütefekkir Sezai Karakoç 16 Kasım 2021 tarihinde bu dünyadaki menzilini tamamladı. Karakoç 88 yıllık hayatında duruşuyla, düşüncesiyle, vakarıyla hafızalara kazındı. Onun yazdığı şiirler, yazılar, öyküler kısacası tüm eserleri bu duruşunun birer yansımasıdır. Kaygan zeminde, ayakların kaydığı vakitlerde kendisini iman şehrine sabitleyerek tüm fırtınalara karşı göğüs germeyi başardı. Onun bu mücadelesi yüz binlerce memleket sevdalısına ve hak aşığına ilham verdi. Sezai Karakoç’u bu dünyaya bağlayan tek konu da bu tavizsiz mücadelesi olmuştur. Kuran’ı ve Peygamber (sav) sevgisini kalbinde birer nişane olarak taşıyan Karakoç hem eserleriyle hem de ağabeyliğiyle çevresindekileri ebedî hakikatin burçlarına çıkarmaya çalışmıştır. Sezai Karakoç “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” isimli şiirinde bu yolcuğunu şöyle anlatır:
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Sezai Karakoç her bakımdan nevi şahsına münhasır bir münevverdir. Onun şairliği, içinde yeşerttiği İslami düşüncenin geniş kitlelere duyurulması dolayısıyladır. Yani Karakoç için şiir, bir keyif vesilesi değil; inançlarını paylaştığı etkili bir araçtır. Bu yönüyle de dönemin diğer şairlerinden ayrılır. “Diriliş” olarak adlandırdığı bu düşünce yapısı, İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve sünnet üzerine bina edilmiştir. Peygamberlerin hayatı, tasavvuf ve ehlisünnet anlayışı onun düşüncesini besleyen diğer kaynaklardır. Karakoç, bu kaynakları, pergelin ayağını bastığı sabit uç olarak tanımlar. Ayağını bu sağlam zemine basan Sezai Karakoç, pergelin diğer ucuyla âdeta tüm dünyayı terennüm etmekten çekinmemiştir. Sezai Karakoç kelimenin tam manasıyla bir ariftir. Yaşadığı coğrafyanın gerçeklerini, inandığı dinin hakikatlerini, milletinin tarihini ve tüm İslam coğrafyasının hikâyesini içselleştirmiştir. Bunun yanı sıra Doğu’nun hasmı olan Batı’yı da yakından tanımış, Batı düşüncesini orijinal kaynaklarından incelemiştir. İyi derecede Fransızca bilen Karakoç, çevirisi oldukça zor olan pek çok Fransız şairi de Türkçeye kazandırmıştır. Batı’da gördüğü ve yaşadığı her deneyimi kendi değerlerine vuran Karakoç, bu sayede İslam’ın ezeli ve ebedî hakikatlerinin tek çıkış yolu olduğu gerçeğini ayrıntılı şekilde kaleme almıştır.
Sezai Karakoç denilince sadece “Mona Roza” şiirini hatırlayan geniş bir kitle var. Karakoç bu şiiri henüz 19 yaşında yazmıştır ve o yıllarda fikirleri henüz rüşeym hâlindedir. Bu sebeple onu hakkıyla anlamak isteyenlerin mutlaka “Mona Roza”yı aşıp gerçek Sezai Karakoç’a ulaşmaları gerekir. Bunun için de üstadın “İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü”, “Diriliş Neslinin Amentüsü”, “İslam’ın Dirilişi” ve “Sütun” isimli eserlerinin dikkatli şekilde okunmasında fayda vardır. Sezai Karakoç tefekkür anlayışıyla döneminin çok üstünde bir münevverdir. Tıpkı üstadı Necip Fazıl ve Mehmed Âkif gibi o da kalabalıklar arasında yalnızdır. Bu yalnızlık, dönemin Müslümanlarının ayağını basabileceği sağlam bir zemin bulunmamasından ileri gelir. Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç fikir çilesini çekerek, bedel ödeyerek Müslümanların basabileceği sağlam bir zemin inşa etmişlerdir. Günümüzde üzerinde durduğumuz, hayatımızı şekillendirdiğimiz, mücadelemize anlam verdiğimiz zemin işte bu zemindir. 1970’lerden sonra hızla artan İslami düşünürlerin, kültür sanat faaliyetlerinin, edebiyat ve düşünce dergilerinin, siyasi hareketlerin ve İslami eğitim modellerinin kaynağı da aynı zemindir. Onların fikrî planda kurdukları bu zemin, farklı isimler tarafından siyasi ve tasavvufi alanlarda da tahkim edilerek milyonlarca insanımızın beslendiği hayat suyu hâline dönüşmüştür.
Üstadımızın ruhu şad, mekânı cennet olsun.